Istanbul Efendisi Ardiyesi
  GERİLEME (Ana Başlıklar: III Ahmet-Damat İbrahim-I.Mahmut-Patrona İsyanı)
 





GERİLEME DEVRİ (1699-1792)


18. YÜZYIL PADİŞAHLARI
   1)-   II. Mustafa    (1695-1703) (IV. Mehmet'in oğlu)
   2)-  III. Ahmet      (1703-1730) (IV. Mehmet'in oğlu)
   3)-    I. Mahmut     (1730-1754) (II. Mustafa'nın oğlu)
   4)-  III. Osman      (1754-1757) (II. Mustafa'nın oğlu
   5)-  III. Mustafa    (1757-1774) (III.Ahmet'in oğlu)
   6)-    I. Abdülhamit (1774-1789) (III.Ahmet'in oğlu)
   7)-  III. Selim      (1789-1807) (III.Mustafa'nın oğlu)

18. YÜZYILIN ÖZELLİKLERİ:
  1)- Osmanlı Devleti 18. yüzyıla ilk defa toprak kaybeden bir devlet olarak girdi(KARLOFÇA). Bu yüzden bu yüzyılın başlarında kaybettiği toprakları geri alma çabasına girdi.
  2)- Osmanlı Devleti 17. yüzyılda en çok AVUSTURYA ile savaşmıştı. 18. yüzyılda ise en çok RUSYA ile savaşacak.
  3)- Kanuni'den beri dostumuz olan Fransa 18. yüzyılın sonlarında(1798) Mısır'a saldırınca bu ülke ile ilişkilerimiz bozulacak.
  4)- Bu yüzyılda Osmanlı Devleti'nin toprak kaybı hızlanacak, Avrupa'nın bilim ve tekniği alınmaya çalışılsa da yeterli olmayacak, sonuçta Osmanlı Devleti Avrupa'nın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalacak.
                          
I
II. AHMET DÖNEMİ (1703-1730)

KARLOFÇADA KAYBEDİLEN YERLERİ KURTARMA ÇABALARI:

1)- PRUT SAVAŞI (1711)
Gelişmeler:
Ruslar (Çar Deli Petro) denizlere inme politikasının sonucu olarak Baltık Denizi kıyıları için İSVEÇ ile savaşmış, Ruslara yenilen İsveç kralı "DEMİRBAŞ ŞARL" Osmanlı Devletine sığınmıştı
Sebepler:
a)- İsveçlileri takip eden Rus kuvvetlerinin Osmanlı topraklarına girerek tahrip etmeleri,
b)- Osmanlı Devletinin 1700 İstanbul Antlaşmasında Ruslara verdiği AZAK Kalesi'ni geri almak istemesi.
c)- Rusya'nın Osmanlı Ortodokslarını ayaklanmaya teşvik etmesi.
   

III. AHMET

  
Savaş:
         1711 yılında Baltacı Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Rus ordusunu yendi.
  
Sonuç:
      Prut Antlaşması İmzalandı.(1711)
       
Maddeleri:
          1- Ruslar Azak Kalesini geri verecek ve İstanbul'da elçi bulunduramayacaklardı.
          2- İsveç Kralı ülkesine rahatça geri dönebilecekti.
          3- Ruslar Kırım ve Lehistan işlerine karışmayacaklardı.

 2)- OSMANLI-VENEDİK VE AVUSTURYA SAVAŞLARI (1715-1718)
      Osmanlıların 1711'de Ruslardan Azak Kalesini geri almaları Karlofça'da kaybettiği diğer yerleri de geri almaları umudunu güçlendirdi.
      1715'de Osmanlı Devleti Mora'yı Venediklilerden geri almak için savaşı başlattı. Osmanlı Devleti'nin Venediklilere karşı başarılar kazanması üzerine sıranın kendisine geldiğini gören Avusturya'da savaşa girdi.(1716) Ancak Osmanlı Devleti aynı başarıyı Avusturya'ya karşı gösteremedi.
 
SONUÇ: PASAROFÇA ANTLAŞMASI İmzalandı.(1718)
      
Maddeleri:
          1- Mora Osmanlılar'da  kalacak.
          2- Osmanlı Devleti Belgrat'ı ve Eflak'ın bir bölümünü Avusturya'ya verdi.

  NOT: Osmanlı Devleti Pasarofça Antlaşmasından sonra Avrupadaki olaylardan uzak kalarak bir barış siyaseti izledi. 1718-1730 yılları arasındaki bu döneme LALE DEVRİ denir.

                       
LALE DEVRİ
   1718 yılında Avusturya ile imzalanan  Pasarofça Antlaşmasından 1730 yılındaki "Patrona Halil İsyanı"na kadar geçen döneme Lale Devri denir.
   Bu dönemin padişahı III. Ahmet, Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dır.


Lale Devrinin Özellikleri:
    
Bu dönemde Avrupa ile savaş yaşanmamış, barış içinde yaşamak fikri ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti Avrupa'yı daha iyi tanıyabilmek için Paris, Londra gibi şehirlere elçiler göndermiştir. Bu devirdeki diğer yenilikler ve ıslahatlar şunlardır:
  a)- Matbaa kuruldu. (Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından 1727'de İstanbul'da kuruldu. Matbaada basılan ilk eser Vankulu Lügatı'dır.)
  b)- Yeniçerilerden bir itfaiye bölüğü oluşturuldu.
  c)- Yalova'da kağıt, İstanbul'da kumaş ve çini fabrikaları kuruldu.
  d)- Yeni Kütüphaneler açıldı. Doğu ve batı eserleri tercüme edildi.
  e)- Çiçek aşısı yaygınlık kazandı.
  f)- Lağımcı ve Humbaracı ocaklarında ıslahatlar yapıldı.
  g)- Mimarlık, resim ve minyatür sanatları gelişti.

Lale Devrinin Sona Ermesi:
  Halkın büyük bir kısmı zor durumdayken İstanbul'da bazı devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep oluyordu. Patrona Halil isimli bir yeniçeri bu durumdan memnun olmayanları yanına alarak isyan çıkardı. İsyan sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve yakınları öldürüldü. Padişah III. Ahmet tahttan indirildi, yerine I. Mahmut getirildi.

I. MAHMUT DÖNEMİ (1730-1754)

SAVAŞLAR:
1)- 1736-1739 OSMANLI- AVUSTURYA+RUSYA SAVAŞLARI:
Sebep: Rusya ve Avusturya'nın Osmanlı'ya karşı ittifak kurmaları ve Rusların Azak kalesini ele geçirmeleri.

Savaş: 1736'da Rusya ile başlayan savaşa Avusturya'da katıldı. Osmanlı Devleti iki devlete karşı da başarılar kazandı.

Sonuç: Her iki Devlet ile Osmanlı Devleti arasında BELGRAT ANTLAŞMALARI imzalandı. (1739)

Maddeleri:
1- Avusturya'dan Pasarofça antlaşmasıyla verilen yerler geri alındı.
2- Ruslar Azak Kalesini yıkmayı ve Azak Denizinde savaş ve ticaret gemisi bulundurmamayı kabul etti.
   

I. MAHMUT

  NOT: Belgrat Antlaşması Osmanlı Devletinin Batıda imzaladığı son KAZANÇLI antlaşmadır.
   NOT: Belgrat antlaşmaları sırasında Fransa Osmanlıların lehine arabuluculuk yapmıştı. Bunun karşılığı olarak 1740 yılında I. Mahmut tarafından Fransa'ya verilen KAPİTÜLASYONLAR "sürekli" hale getirildi.

 2)- OSMANLI-İRAN SAVAŞLARI:
      1639 yılında imzalanan KASR-I ŞİRİN antlaşmasından sonra durulan Osmanlı-İran ilişkileri İran'daki iç karışıklıklardan yararlanmak isteyen Osmanlıların İran'a saldırmasıyla yeniden bozulmuş, zaman zaman süren savaşlardan kalıcı bir sonuç elde edilememiştir.

       
1746 yılında Kasr-ı Şirin Antlaşmasındaki sınırlar kabul edilerek savaşlara son verilmiştir.


III. OSMAN DÖNEMİ (1754-1757)

III. Osman döneminde önemli bir siyasal gelişme olmamıştır.
   

III. OSMAN

III. MUSTAFA DÖNEMİ (1757-1774)

1768-1774 OSMANLI-RUS SAVAŞI

Sebep:
Rusların Lehistan içişlerine karışarak, kral seçimine müdahale etmeleri üzerine Lehistan halkı yeni krala isyan ederek karşı çıkmış, bunun üzerine Ruslar isyancı Lehlileri yenerek, Osmanlı topraklarına kadar kovaladılar. Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş açtı.(1768)
   

III. MUSTAFA

NOT:  Lehistanın bağımsız kalması Osmanlı Devleti için çok önemliydi. Çünkü Lehistan Osmanlı Devleti ile Rusya arasında "tampon devlet" durumundaydı.

Savaş:  Rus Ordusu Kırım'ı işgal etti, Eflak ve Boğdan'ı ele geçirdi. Baltık Denizinden Akdeniz'e geçen Rus donanması 1770 yılında ÇEŞME limanında Osmanlı Donanmasını yaktı.

Sonuç:  Ruslarla "Küçük Kaynarca Antlaşması" imzalandı.(1774)

KÜÇÜK KAYNARCA ANTLAŞMASI(1774) (I.Abdülhamit Dönemi)

Maddeleri:
1)- Kırım'a bağımsızlık verilecek, Kırım sadece dini bakımdan halifeye(padişah) bağlı kalacak.
2)- Kılburun, Yenikale, Kerç ve Azak Kalesi Ruslara verilecek.
3)- Eflak-Boğdan, Ege adaları ve Gürcistan Osmanlılarda kalacak.
4)- İngiltere ve Fransa'ya verilen Kapitülasyonlar Rusya'ya da verilecek.
5)- Ruslar Osmanlı hakimiyetindeki Ortodoksların koruyucusu (hamisi) olacak.
6)- Ruslar İstanbul'da daimi bir elçi bulundurabileceklerdi.
   

I. ABDÜLHAMİT

 Küçük Kaynarca'nın Önemi:
 
Küçük kaynarca'nın en önemli maddeleri Kırım'a bağımsızlık ve Rusların Ortodoksların hamisi sayılması maddeleridir.
 *    Kırım'a bağımsızlık verilmesiyle, Ruslar Kırım'ı ele geçirme konusunda önemli bir adım atmışlardır.  Nitekim çok geçmeden, 1783 tarihinde Kırım'ı işgal ederek Rus topraklarına katmışlardır. Böylelikle Fatih döneminden beri devam eden Karadeniz'deki Türk egemenliği sona erecektir.
 *    Ruslar Osmanlı Ortodoklarının koruyucusu olmaları ile, Osmanlı Devletinin iç işlerine sık sık karışacaklar, böylelikle Balkan milletleri üzerinde etkili olacaklardır.

1787-1792 OSMANLI-RUSYA+AVUSTURYA SAVAŞLARI:
 
Sebepler:
  1- Osmanlı Devleti'nin Kırım'ın Ruslar tarafından işgalini unutamaması. (1783'de II. Katerina Kırım'ı işgal ederek Rusya'ya kattığını ilan etmiş,binlerce Türk'ü kılıçtan geçirmişti.Osmanlı Devleti bu olup bittiye ses çıkaramamıştı.)
  2- Rusya ve Avusturya Osmanlı Devletinin Balkan topraklarını paylaşma konusunda anlaştılar. Anlaşmaya göre eğer İstanbul alınırsa "Bizans İmparatorluğu" yeniden kurulacaktı.
 
Savaş:
     Anlaşmayı haber alan Osmanlı Devleti zaten Kırım'ın acısını unutamadığından Rusya'ya savaş ilan etti. Avusturya'da savaşa katılınca Osmanlı Devleti her ikisine karşı savaşmak zorunda kaldı.
 
Sonuç:
     Avusturya Osmanlı Devletiyle ZİŞTOVİ ANTLAŞMASI'nı imzalayarak (1791) Rusya'yı yalnız bıraktı.
     Çünkü: Avusturya, bu sırada çıkan Fransız İhtilalinden olumsuz şekilde etkilenmişti.

   
NOT: Ziştovi Antlaşmasıyla Avusturya savaştan önceki sınırlarına çekildi. Bundan sonra Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında ciddi bir savaş olmamış, hatta I. Dünya Savaşında Osmanlı Devletiyle birlikte savaşmıştır.

   
NOT: Fransız İhtilalinin yaydığı "Milliyetçilik" akımından en çok etkilenen iki devlet Avusturya ve Osmanlı Devleti'dir.

     
Ziştovi Antlaşmasından sonra tek başına kalan Rusya ile savaş 1792'ye kadar sürdü. Sonuçta YAŞ ANTLAŞMASI imzalandı.(1792)
     
Yaş Antlaşmasıile Osmanlı Devleti Kırım'ın Rusya'ya ait olduğunu kabul etti.
     
Yaş Antlaşması Osmanlı Devletinin Dağılma Döneminin başlangıcı sayılır.


1798-1801 OSMANLI-FRANSA SAVAŞI (Mısır'ın İşgali)
 
SEBEPLER:
    1789 yılında Fransız İhtilali meydana gelmişti. Fransa Arnavutluk'taki bazı kıyıları ele geçirince Osmanlı Devleti ile komşu oldu. Fransızlar hem Osmanlı'nın Balkan Milletlerini bağımsız olmaya teşvik ediyor, hem de sömürgecilik faaliyetine başlıyorlardı. 1798 yılında NAPOLYON BONAPART Mısır'ı işgal etti. Amacı hem Osmanlı topraklarından pay almak, hem de İngiltere'nin Hindistan'la olan bağlantısını kesmekti.
 
SONUÇ:
   İngiltere ve Rusya Osmanlı Devleti'nin yanında yer aldılar. Yeni kurulan "Nizam-ı Cedit" ordusu AKKA KALESİ önünde Napolyon'u yendi.

   
NOT: Bu Napolyon'un ilk yenilgisiydi. Nizam-ı Cedit'in ise ilk ve son başarısıydı.
   
Fransa 1801'de imzalanan EL-ARİŞ Antlaşmasıyla Mısır'dan geri çekilmek zorunda kaldı.

             
18. YÜZYIL ISLAHAT HAREKETLERİ

AÇIKLAMA:
    17. yüzyılda II. Osman(1618-1622), IV.Murat(1623-1640), Kuyucu Murat Paşa, Tarhuncu Ahmet Paşa ve Köprülüler sülalesinden sadrazamların ıslahatlar yaptıklarını belirtmiştik. Daha çok iç isyanları bastırmak, asayişi sağlamak, devlet otoritesini yeniden kurmak, maliyeyi düzeltmek, Tımar sistemini düzeltmek ve Kapıkulu ocaklarını ıslah etmek şeklinde gelişen bu ıslahatlar genel olarak yüzeysel kaldığından istenen sonuçlara tam olarak ulaşılamamıştı. Daha çok eski devirlerdeki uygulamaların devamı şeklinde olan ve çok sert tedbirlerle kötülükleri önleme düşüncesine dayanan bu ıslahatlar kalıcı sonuçlar getirmedi. Devletin eski gücüne ulaşmasını sağlayamadı.

18. YÜZYIL ISLAHATLARININ GENEL KARAKTERİ:
    18. yüzyılda daha köklü değişikliklere ihtiyaç duyuldu. Avrupa'nın askeri ve teknik üstünlüğü görüldü ve kabul edildi. Bu yönde gelişme sağlanmaya çalışıldı. Bu yüzyıldaki Islahatları şöyle sıralayabiliriz:

 1)-LALE DEVRİ ISLAHATLARI(1718-1730):
      1718 yılında Avusturya ile imzalanan  Pasarofça Antlaşmasından 1730 yılındaki "Patrona Halil İsyanı"na kadar geçen döneme Lale Devri denir.
   Bu dönemin padişahı III. Ahmet, Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dır.

   Lale Devrinin Özellikleri:
     Bu dönemde Avrupa ile savaş yaşanmamış, barış içinde yaşamak fikri ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti Avrupa'yı daha iyi tanıyabilmek için Paris, Londra gibi şehirlere elçiler göndermiştir. Bu devirdeki diğer yenilikler ve ıslahatlar şunlardır:
      a)- Matbaa kuruldu. (Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından 1727'de İstanbul'da kuruldu. Matbaada basılan ilk eser Vankulu Lügatı'dır.)
      b)- Yeniçerilerden bir itfaiye bölüğü oluşturuldu.
      c)- Yalova'da kağıt, İstanbul'da kumaş ve çini fabrikaları kuruldu.
      d)- Yeni Kütüphaneler açıldı.  Doğu ve batı eserleri tercüme edildi.
      e)- Çiçek aşısı yaygınlık kazandı.
      f)- Lağımcı ve Humbaracı ocaklarında ıslahatlar yapıldı.
      g)- Mimarlık, resim ve minyatür sanatları gelişti.

 2)- I.MAHMUT DEVRİ ISLAHATLARI(1730-1754)
    Patrona Halil İsyanı sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve yakınları öldürüldü.  Padişah III.Ahmet tahttan indirildi, yerine I. Mahmut getirildi.
    Önemli Siyasi Olayları:
      a)- 1736-1739 Osmanlı-Rus+Avusturya Savaşları sonucunda BELGRAT Antlaşması imzalandı.
      b)- 1740 Yılında Fransızlara verilen Kapitülasyonlar sürekli hale getirildi.
      c)- 1746 yılında İran'la Kasr-ı Şirin Antlaşmasındaki sınırları kabul eden antlaşma imzalandı.
    Islahatlar:
      a)- Humbaracı Ahmet Paşa, Topçu ve Humbaracı ocaklarında ıslahatlar yaptı.
      b)- Üsküdar'da KARA MÜHENDİSHANESİ (Mühendishane-i Berri Hümayun) adlı bir subay okulu açıldı.

 3)- III.MUSTAFA DEVRİ ISLAHATLARI (1757-1774):
    III.Mustafa döneminde Lehistan meselesi yüzünden 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı yapıldı. Savaş Osmanlı Devleti için felaketle sonuçlandı. III. Mustafa kederinden öldü.(1774)
    Islahatlar:
      a)- "Baron Dö Tot" Sürat topçuları adlı bir birlik kurdu, topçu ve istihkam sınıflarını yetiştirdi.
      b)- Hendeshane adlı okulda denizcilik ve topçuluk eğitimi verildi.(Mühendishane-i Bahri Hümayun)
      c)- Maliyede düzenlemeler yapıldı.

 4)- I.ABDÜLHAMİT DEVRİ ISLAHATLARI(1774-1789):
    III. Mustafa'nın ölümüyle yerine  I.Abdülhamit geçti.
    Önemli Siyasi Olayları:
      a)- Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı.(1774)
      b)- 1783'de Ruslar Kırım'ı işgal etti.
      c)- 1787-1792 Osmanlı-Rus+Avusturya savaşı başladı. 1789'da ölümüyle yerine III.Selim geçti.
    Islahatlar:
      a)- İstanbul'da bir istihkam okulu açıldı.
      b)- Maliye'de ve askeri alanda ıslahatlara devam edildi.

 4)- III.SELİM DEVRİ ISLAHATLARI(1774-1789):
    Önemli Siyasi Olayları:
      a)- Başa geçtiğinde Osmanlı Devletiyle Rusya+Avusturya savaşı devam ediyordu.(1787-1792)
      b)- 1789'da Fransız ihtilali çıktı.
      c)- Bunun üzerine Avustuya 1791'de savaştan çekilerek Ziştovi Antlaşmasını imzaladı.
      d)- Tek başına kalan Rusya da 1792'de YAŞ antlaşmasını imzaladı.
      e)- Napolyon 1798'de Mısır'ı işgal etti. Nizamı Cedit Fransız ordusunu AKKA'da yendi. Fransızlar Mısır'dan çekildi.
      f)- Fransız ihtilalinin etkileri Osmanlı Devletinde görülmeye başlandı. 1804'de Sırp İsyanı çıktı.
      g)- 1806-1812 Osmanlı Rus Savaşı başladı.
      h)- 1807'de Kabakçı Mustafa Olayı ile tahttan indirildi.
   

Islahatlar:
   
III. Selim Döneminde yapılan Islahatlara genel olarak Nizam-ı Cedit(Yeni Düzen) denilmiştir.
      a)- Nizam-ı Cedit Ordusunu kurarak, yeniçeri ocağını geri plana düşürdü.(İsveçli subayların eğittiği bu ordu, Akka'da Napolyon'u yenmeyi başardı.)
      b)- Islahat hareketlerine ve Nizam-ı Cedit ordusuna gelir sağlamak amacıyla İRAD-I CEDİT adıyla yeni bir hazine kurdu.
      c)- Kara ve deniz mühendishaneleri genişletildi.
      d)- Yeniçeri ve diğer Kapıkulu Ocakları düzene sokuldu.
      e)- Tersaneler yenilendi, modern toplar döküldü.
      f)- Avrupa'daki gelişmeleri öğrenmek için Paris, Londra,Viyana ve Berlin'de devamlı elçilikler  açıldı.
      g)- İlmiye sınıfında ve devlet dairelerinde düzenlemeler yapıldı.
      h)- Bilim ve sanat eserleri batı dillerinden Türkçe'ye çevrildi.


III: AHMET
Osmanlı padişahlarının yirmi üçüncüsü, İslam halifelerinin seksen sekizincisi. Sultan dördüncü Mehmed Hanın oğlu olup, 31 Aralık 1673’te Rabia Gülnuş Emetullah Sultandan doğdu. Şehzadeliğini önce Topkapı, daha sonra da Edirne saraylarında geçiren Ahmet Han, iyi bir tahsil gördü. İlk dersini Sultani Mehmet Efendiden aldı. Seyyid Feyzullah Efendiden uzun yıllar ders gördü. Devrin büyük hat üstadı hattat Osman’dan yazı meşk etti. Ağabeyi Sultan İkinci Mustafa Han’ın çıkan cebeci isyanında tahttan indirilmesi üzerine 22 Ağustos 1703’te Osmanlı padişahı oldu.
Biat merasiminden sonra, İstanbul’a gelen Sultan Üçüncü Ahmet, Edirne vakasında isyanı çıkaran elebaşıları büyük bir ustalıkla birbirine düşürerek ortadan kaldırdı. Baltacı Mehmed Paşa’yı sadarete getirdi. Devletin iç işlerini düzeltmek için çalışmalar yaptı. Karlofça Antlaşması yeni imzalandığı için, devlet barış içinde idi. Ancak bu sırada İsveç kralı on ikinci Şarl, Poltova’da Ruslarla yaptığı bir savaşı kaybederek, Osmanlı Devletine sığındı. Kralı takip eden Rus ordusu Osmanlı topraklarına girdi ve tahribatta bulundu. Bu durum üzerine Osmanlı Devleti, Rusya’ya harp ilan etti. Nitekim Sadrazam Baltacı Mehmed Paşanın kumandası altındaki Osmanlı ordusu 9 Nisan 1711’de Rusya seferine çıktı.

Baltacı Mehmet Paşa, Rus Çarını Prut üzerinde Palcı mevkiinde kıstırarak, etrafını çevirdi. Esas niyeti Rus ordusunu umumi bir taarruzla yok etmekti. Fakat yeniçerilerin isteksizliği yüzünden ciddi bir taarruz yapamadı. Rus çarı, sadrazama bir heyet göndererek, her şartı kabul edeceklerini bildirdi. İki taraf arasında antlaşma yapıldı. Rusya, Antlaşmaya göre, Lehistan ve Ukrayna işlerine karışmayacak, elinde tuttuğu Azak kalesini de Türklere bırakacaktı. Baltacı Mehmet Paşa’nın Rus ordusunu çevirmişken imha edememesi ve antlaşma şartlarının tatmin edici olmaması devlet adamlarını sadrazamın aleyhine çevirdi. Bunun üzerine Padişah Edirne’ye dönen Baltacı Mehmed Paşayı, görevden alarak, yerine Damad Ali Paşayı getirdi.

Diğer taraftan Ruslar Antlaşmanın şartlarına uymak istemediler. Buna çok kızan Sultan Üçüncü Ahmet Han, yeni sadrazam Damad Ali Paşa kumandasında bir orduyu Rusya üzerine gönderdi. Kendisi de Edirne’ye kadar ordunun başında gitti. Bu durum karşısında Ruslar antlaşma şartlarına uymak mecburiyetinde kaldılar.

Venediklilerin 1714’te Karadağlıları isyana teşvik etmesi üzerine Sultan Üçüncü Ahmet Han, Mora üzerine bir sefer açtı. Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu, Karlofça antlaşmasıyla Venediklilere verilen bütün kaleleri geri aldı. Ancak, Alman İmparatorluğu, Karlofça Antlaşmasına kefil olduklarını, yani Venedik’ten alınan yerler iade edilmedikçe barışı tanımayacağını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Alman-Avustarya İmparatorluğuna harp ilan etti. İki ordu arasında Petervaradin’de yapılan savaşta Damad Ali Paşa şehid düşünce, ordunun maneviyatı bozuldu ve bozgun başladı. Bu durumdan faydalanan Avusturya ordusu kumandanı önce Tameşvar’ı daha sonra da Belgrad’ı zaptetti. Petervaradin mağlubiyeti üzerine Avusturya ile 1718’de Pasarofça Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre Belgrad ve Semendire Avusturya’da kalmak üzere Sava Nehri sınır kabul edildi.

Pasarofça Antlaşmasından sonra Damat İbrahim Paşanın sadarete getirilmesi ile Osmanlı Devletinde 1730 yılına kadar süren yeni bir devir başladı. “Lale Devri” adı verilen bu dönemde, Sultan Ahmet Han ülke içinde huzuru sağlamak, orduyu kuvvetlendirmek, devleti maddi ve manevi en yüksek seviyeye çıkarmak için çalıştı. İstanbul’da ilk matbaa kuruldu. Yalova’da kağıt, İstanbul’da Tekfur Sarayında bir çini fabrikası açıldı. İstanbul’a davet edilen ve uzun seneler İstanbul’da kalarak orada vefat eden Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa), humbaracı ocağını ıslah etti. İstanbul’un su ihtiyacını temin için bir de bend yaptırıp derya-yı sim adını verdi (Bkz. Lale Devri).

Osmanlı Devletinde sulh ve huzur devam ederken, İran-Safevi Devleti son günlerini yaşıyordu. İran’a bağlı olan Dağıstan 1722’de Türk himayesine girmek istedi ve bu isteği kabul edildi. Kafkasya’yı tehdit eden Rusya’ya mani olmak isteyen Sultan Ahmet Han, hudut valilerine ferman göndererek hazırlıklı olmalarını istedi. Bu sırada İran cephesindeki ordu, 1723 yılında harekete geçerek Gürcistan, Güney Azerbaycan, Luristan, Erdelan, Kirmanşah ve Hemedan’ı ele geçirdi. 1725’de Osmanlı askeri Tebriz’e girdi. Gence, Revan ve Nahcivan alındı. 1727’de İran Şahı imzalanan bir antlaşma ile Osmanlı Devletinin bütün fetihlerini tanıdı.

1730 senesinde Nadir Şah İran hakimiyetini ele geçirerek, İran birliğini tekrar kurdu. Osmanlı Devletinin elinde bulunan önemli bazı eyaletleri geri aldı. Bu durum Damat İbrahim Paşanın düşmanlarını harekete geçirdi. Bazı devlet adamları, Padişah ve Damat İbrahim Paşanın İran üzerine sefere çıkmak üzere Üsküdar’a geçtikleri sırada yeniçerileri ayaklandırarak büyük bir isyan başlattılar. Asiler, Padişahtan ileri gelen devlet adamlarının bazısının idamını istediler. Listenin başında Damat İbrahim Paşa da vardı. Sultan Üçüncü Ahmet Han, en sonunda sadrazam İbrahim Paşa’nın idamına razı oldu. Zorbaların isteklerinin sonu gelmeyeceğini, kendisinin de tahttan ayrılmasını isteyeceklerini bildiği için, 2 Ekim 1730’da tahttan çekilerek, kendi eliyle yeğeni Şehzade Mahmud’u Osmanlı tahtına geçirdi. Kendisi köşesine çekildi.

Yirmi yedi sene hükümdarlık yapan Sultan Ahmet Han, saltanattan çekildikten sonra, ilim ve ibadetle meşgul oldu. Altmış üç yaşında iken 1 Temmuz 1736’da vefat etti. Yeni Cami’de, Turhan Valide Sultan Türbesine defnedildi.

Sultan Üçüncü Ahmet Han, ülkenin imarı için çok çalıştı. Aynı zamanda ilme ve ilim adamlarına çok değer verir ve onları korurdu. Sarayda dağınık yerlerde bulunan kıymetli kitapları bir araya toplayarak beyaz mermer havuzlu bahçede bir kütüphane inşa ettirdi. Annesi için Üsküdar’da Yeni Valide Sultan Camii ve bunun yanında bir sebil, çeşme, sıbyan mektebiyle bir imaret yaptırdı. Galata Kulesini tamir ettirdi. Topkapı Sarayının Bab-ı hümayun kapısı önünde yaptırdığı çeşme, Osmanlı mimarisinin şahane bir eseridir. Kağıthane, Çağlayan Kasrı önünde, Hasköy’de, Aynalı Kavak Kasrı civarında, Üsküdar’da, Üsküdar İskele Camii meydanında klasik tarzda dört cepheli olmak üzere pek çok çeşme inşa ettirdi. 1715’de Galatasaray haricinde bir cami, 1716’da Bebek Camii ile etrafındaki külliyeyi yaptırdı.

Derin bir sanat zevkine sahip olup, şair ve hattattı. Kur’an-ı kerimler yazdı. Yaptırdığı Sultan Ahmet Çeşmesi’ne kendi şiirini bizzat yazdı. Ayrıca Ayasofya Camii’ne asılmış güzel levhaları vardır.


PATRONA HALİL AYAKLANMASI
28 Eylül 1730, İstanbul

18. Yüzyılın başlarında III. Ahmed'in saltanatı dönemindeki 'Lale Devri' Osmanlı tarihi içinde genellikle küçümsenerek ve İstanbul'daki yönetici elitin kendini kaptırdığı zevk ve eğlenceler öne çıkarılarak değerlendirilir.

Saray ve çevresinin sefahate dalması bir gerçekse de bu durum ilk kez böyle olmuyordu. Saray her dönemde benzer bir yaşam sürüyor ancak bunu duvarların arkasında yapıyordu, ahalinin gözü önünde değil. Tabii böylesi bir yaşam tarzının sarayın ve hanedanın dışına doğru genişleyen bir çevreye yayılması kolay değildi.

'Lale Devri' diye adlandırılan dönemde sefahat konusunda biraz daha ipin ucunun kaçtığı, biraz daha halkın gözü önünde cereyan ettiği ve nihayet biraz daha saray ve hanedanın dışına doğru yayıldığından söz edilebilir. Bir Batılı, dönemin İstanbul'daki Fransız elçisi, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa'nın konağında verilen bir gece davetini şöyle anlatır:

"Laleler açtığı ve sadrazam onları padişaha göstermek istediği zaman, lalelerin açmadığı boşluklar başka bahçelerden alınan ve şişeler içine konan lalelerle doldurulurdu. Her dört çiçekte bir, çiçekle aynı seviyede bir mum yanar ve bahçe yollarına her türlü kuşla dolu kafesler asılırdı. Kameriyeler muazzam miktarda ve şişelere konmuş her türden çiçekle süslenir ve sonsuz sayıda çeşitli renkli cam lambalarla aydınlatılırdı. Bu lambalar aynı zamanda davet için özel olarak ağaçlıklardan getirilen ve kameriyelerin arkasına yerleştirilen çalılıkların yeşil dallarına asılırdı. Bütün bu çeşitli renklerin ve sayısız ayna ile yansıtılan ışıkların etkisi şahanedir. Işıklandırma ve Türk müziğinin gürültülü konseri tüm bunlara eşlik eder ve laleler açtığı sürece her gece bu eğlenceler devam eder. Bu süre zarfında Sultan ve maiyeti sadrazam tarafından yedirilir ve yatırılır."

Evet, yönetici elitin yaşamına ilişkin tablo budur ve hiç kuşkusuz bu kadarının ahalinin isyan duygularını kışkırtması anlaşılır bir şeydir.

Ama bu dönem sadece yönetici elitin zevk ve sefasıyla anılacak bir dönem değildir. Aynı zamanda İstanbul'da önemli mimari düzenlemeler yapılmış, eski yangın mahalleleri yeniden imara açılmış ve İstanbul'da dönemine göre bir kent yaşamı ortaya çıkmıştır. İtfaiye bu dönemde kurulmuş ve en önemlisi de ilk matbaa 1729'da faaliyete geçmiştir.

1670'de Macar asıllı bir Hıristiyan olarak doğan İbrahim Müteferrika 1693'de Müslümanlığı kabul ederek Osmanlı'nın hizmetine girdikten sonra Osmanlı devletinde Müslümanlar adına ilk matbaayı kuran kişi olmuştur. Daha öncesinde Ermenilere verilen bir matbaa izni vardır ama Müslümanlar adına ilk izni alan da yine eski bir Hıristiyan olacaktır.

Başta Haliç civarı olmak üzere İstanbul'un park ve bahçelerinin lalelerle bezendiği bu yıllarda devletin maliyesinde ve ordusunda da bazı düzenlemeler yapılmıştır ama genellikle olduğu gibi bunların yoksul halka pek bir yararı olmayacaktır. Geniş toplulukların gözü önünde yaşanan sefahat ve gelişmekte olan kent yaşamının nimetlerinden yararlanılamaması öfke birikimine yol açacaktır. Ve bir an gelip bu öfkenin isyana dönüşmesi için bir kıvılcım yeterli olacaktır. Bu arada gayrimüslimlere tanınan yeni bazı ayrıcalıklar ise İslam adına ahaliyi kışkırtmak için çok uygun bir malzeme oluşturacaktır.

İran'la süren savaşta uğranılan başarısızlıklar üzerine padişah III. Ahmed'in ordunun başına geçerek sefere çıkması talebi öylesine yoğunlaşır ki sarayın buna daha fazla direnmesi olanaksız hale gelir. Bunun üzerine Üsküdar'da ordugah kurulur ve askerler İran üzerine sefere çıkmak için hazırlıklara başlarlar. Padişah ve vezirler de Üsküdar'a geçerek orduyla birlikte yola çıkmaya hazırlanırlar. Ancak aslında padişah III. Ahmed'in İstanbul'daki tatlı yaşamı bırakarak savaşa gitmeye hiç niyeti yoktur. Ordu bir türlü yola çıkmamaktadır.

Sonuçta İran'ın temsilcileri Üsküdar'a gelirler ve onlarla yapılan görüşmelerde savaşı devreden çıkaran kötü bir anlaşma yapılarak padişah ve çevresi Boğazın Anadolu yakasından Avrupa yakasına dönerler. Ama bu da beklenen kıvılcım olacak ve bu devire son verecek ayaklanma patlayacaktır.

Eskicilikle uğraşan bir yeniçeri olan Patrona Halil ve Muslu Beşe önderliğinde patlayan isyan 28 Eylül 1730'da başladı ve dört gün boyunca İstanbul sokaklarını ele geçiren topluluklar 2 Ekim'e kadar evlerine girmediler. Bir bölüm ulemanın da desteğini alan asiler ilk gün kentte duruma egemen olarak Topkapı Sarayı'nı kuşattılar ve padişahla pazarlığa başladılar. Ertesi gün aralarında Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile yakınlarının da bulunduğu 37 kişinin kellesini istediler. III. Ahmed çok sevdiği sadrazamına hemen kıyamadı ama direndiğinde kendi kellesinin de gidebileceğini görünce üçüncü gün İbrahim Paşa ve damatları boğdurularak cesetleri asilere teslim edildi.

Ancak isyanın bununla yatışması mümkün değildi, elebaşılar padişahın da tahttan çekilmesini istediler ve istediklerini de yaptırdılar. III. Ahmed l Ekim'de yeğeni Mahmud lehine tahttan feragat ettiğini ilan etti. Ertesi gün I. Mahmud tahta geçecekti.

I. Mahmud padişah oldu ama saray "ayak takımı"nın denetimindeydi. Eskici Patrona Halil Rumeli Beylerbeyi olmuş, Muslu Beşe de Kul Kethüdası olarak sarayın yönetimini ele almıştı. Rivayete göre Patrona Halil eski püskü paçavralar içinde dolaşıyordu ve hiç kuşkusuz bu durum eski şatafata öfke dolu ahalinin sempatisini canlı tutmak için etkili bir yoldu. İsyan, meşruiyetini sefahate son vermekten aldığı için isyanın önderi de giyimiyle bunu temsil ediyor ve ahalinin desteğinin sürmesini sağlamaya çalışıyordu. Bu arada Lale Devri sırasında İstanbul'da yapılan zarif mimarı yapılar yıkılıyor, halkın öfkesini tatmin eden kitlesel ayinler gibi yıkım ve yağmalar düzenleniyordu.

'Ayak takımı' iki ay boyunca Topkapı Sarayı'na egemen olup devleti yönetirken isyanın silahlı gücü Yeniçerileri tabii ki ihmal etmediler. Devlet yeniçerilerden ebediyen kurtulmanın yollarını ararken isyandan önce 40 bin olan yeniçeri sayısı iki ay içinde 70 bine çıkmıştı. Ayrıca devletin çeşitli yüksek görevlerine de 'ayak takımı' arasından atamalar yapılıyor, örneğin bir kasap Eflak voyvodalığına atanıyordu.

Yaklaşık iki ay bu duruma tahammül eden yeni padişah ve çevresi kendilerini rezil ettiklerine inandıkları bu paçavralar içindeki asilerin hakkından gelmek için fırsat kolluyorlardı. Nihayet gereken örgütlenmeyi tamamladılar ve asileri ortadan kaldırmak için uygun ortamı hazırladılar. İran'a savaş açılması konusunu görüşmek üzere divan toplantısına çağrılan Patrona Halil ve 14 elebaşı 25 Kasım 1730'da sarayda pusu kuran askerlerce öldürüldü. Bunları destekleyen ulema da sürgüne gönderilirken, geri kalan asilerin 28 Ocak 1731'de ikinci bir kez ayaklanma girişimleri bastırılarak yakalananlar idam edildi.

Daha önce başına hiç böyle bir şey gelmemiş olan dehşet içindeki Topkapı Sarayı'nda iki ay süren kabus böylece bitti. Ayak takımından ve paçavralar içinde dolaşan beylerbeyinden kurtulan saray eski asaletine ve zarafetine tekrar kavuştu!

Yerini şaşırıp "baş" olmaya kalkışan "ayaklar" da yine yerlerine döndüler ve yeni bir deneme için uygun koşulların gelmesini sabırla beklemeye devam ettiler...



I MAHMUT
Osmanlı padişahlarının yirmi dördüncüsü, İslam halifelerinin seksen dokuzuncusu olan I. Mahmut, Osmanlı Devleti'ndeki savaşların son bulmasıyla Anadolu'daki eşkiyalar ve Hicaz'daki Vehhabî ayaklanmaları gibi iç sorunlarla uğraştı. Aynı zamanda âlim, şair ve bestekar olan I. Mahmut, 24 yıl 2 ay tahtta kalarak Lale Devri'nde başlayan yenilik hareketlerine devam etti.

I. Mahmut, 2 Ağustos 1696'da Edirne'de doğdu. Babası II. Mustafa'nın, Saliha Valide Sultan'dan olan oğludur. Şehzadeliği Edirne'de geçti. Şeyhülislan Feyzullah Efendi'den yüksek fen ve din eğitimi aldı. Babası II. Mustafa 23 Ağustos 1703'te tahttan indirilince birlikte Topkapı Sarayı'na getirilip kafese yerleştirildi. 2 Ekim 1730'da tahta geçene kadar 27 sene kafes hayatı yaşadı.

Amcası III. Ahmet'in Patrona Halil isyanı sonucu tahttan indirilmesinden sonra tahta geçen I. Mahmut, kendisinden önceki padişahın tavsiyelerinden istifade edip Patrona Halil isyanındaki elebaşlarını ele geçirip öldürttü. İstanbul'da asayişi sağladıktan sonra Lale Devri'nde yapılan ilim, kültür ve sanat eserlerinin korunmasını sağladı.

Ülkedeki iç huzuru sağladıktan sonra doğuda sınırları ihlal eden İran Safevi Devleti ile batıda Avusturya ve Rusya'ya karşı tedbirler aldı. Doğuda III. Ahmet devrinden beri süregelen anlaşmazlığı bitirmek istedi ancak İran Şahı, Revan üzerine yürüyerek gerginliğin artmasına neden oldu. İran Seraskeri Ahmet Paşa ile Erzurum Valisi ve Revan Seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa kumandasında gönderdiği bir ordu ile iki koldan Urmiye'yi feth ve Tebriz'i istila etmesi için gönderdi. 30 Temmuz 1731 tarihinde Kirmanşah alındı. İran Şahının barış istemesi üzerine 1732 Ocak ayında Ahmet Paşa Antlaşması yapıldı. Antlaşmaya göre Aras Nehri iki ülke arasında sınır kabul edilirken Revan, Gence, Nahcivan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan Osmanlılara; Tebriz, Kirmanşah, Hamedan ve Erdelan İran'a bırakıldı. 1733 yılında İran tahtına geçen Nadir Han, anlaşmayı tanımayıp tekrar saldırarak Erbil ve Bağdat'ı kuşattı. 1733 Temmuz'unda geçekleştirilen seferde Osmanlı ordusu mağlup edildi ve I. Mahmut bu savaşta Gazi ünvanı aldı. İran'da Safevi sülalesine son vererek Avşar sülalesini başlatan Nadir Şah, Kekük'e kadar ilerleyerek Revan, Gence ve Tiftis'i Osmanlı'dan geri aldı.7 yıl süren barış döneminden sonra tekrar saldırıya geçen İran Devleti, Irak Cephesi'nden girerek 1743 yılında Musul'a saldırdı. 1744 yılında Kars'a kadar ilerlese de Osmanlı Devleti'nin güçlenerek geri gelmesinden çekinen Nadir Şah, 1639 yılında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması esaslarına dayanan İstanbul Antlaşması'nı Ekim 1746'da imzaladı.

Osmanlı Devleti'nin doğudaki İran ile mücadelesinden yararlanmak isteyen Avusturya ve Rusya, Azak Kalesi üzerinden Gözleve, Kılburun ve Urkapı'ya kadar ilerlediler. Avusturya ordusu 12 Temmuz 1737'de Bosna, Sırbistan ve Eflak'a girdi. I. Mahmut, Muhsinzade Abdullah Efendi ve Hekimoğlu Ali Paşa'yı bölgeyi kontrol altına almaları için görevlendirdi. Yapılan muharebede Avusturya kuvvetlerinin büyük kayıplar vermesi üzerine barış teklifinde bulunuldu. 18 Eylül 1739 tarihinde imzalanan Belgrad Antlaşması'na göre Avusturya ile 7 yıllık, Rusya ile kesintisiz olarak sulh yapıldı. Avusturya ile Tuna ve Sava Nehirleri sınır kabul edilecek ve Belgrad Osmanlı Devleti'ne kalacaktı. Ruslar Azak Denizi ve Karadeniz'de donanma bulunduramayacak, Kazaklar Osmanlı Devleti'ne, Kırım Hanliğı da Rusya'nın sınırlarına girmeyecekti. 1718 Pasarofça Antlaşması ile Avusturya’ya bırakılan yerlerin bir kısmı ile Azak Kalesi geri alınıyordu. Bunların yanı sıra Osmanlı Devleti'ne olan yardımlarından dolayı Fransa'ya kpitülasyonlar sınırsız ve sürekli hale getirildi.

Belgrad Antlaşması'yla Osmanlı Devleti 28 yıllık bir barış sürecine girdi. Devlet sürekli savaş halinde olduğundan Anadolu'da ve bazı vilayetlerde Ayan adı verilen yöneticiler güçlenmiş ve yönetimi ele geçirmişlerdi. Ayanlar, özellikle merkezi otoriteyi sürdüremeyen, kırsal alanda tımar sisteminin yozlaşması ve zayıflamasıyla denetim gücünü yitiren ve gerek bu boşluktan ötürü, gerekse nüfus artışı ve işsizlikle birlikte baş gösteren iç ayaklanmalar karşısında merkezi devletin de onayladığı yerel savunma milislerinin liderleri konumunda olan ve zaman içinde iltizam sistemi sayesinde iktisadi olarak da güçlenen, neredeyse devletin taşradaki gayri resmi temsilcileriydi. 1740 yılında Humbaracı Ahmet Paşa'nın çabalarıyla Ayanlar İstanbul'a davet edilerek Adaletname çıkartıldı ve Ayanlar'ın Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını bildirmeleri istendi.

Askeri alanda birçok faaliyette bulunuldu. Humbaracı Ahmet Paşa, Topçu ve Humbaracı Ocakları'nda ıslahatlar yaptı. Üsküdar'da Kara Mühendishanesi (Mühendishane-i Berri Hümayun)adlı bir subay okulu açıldı. I. Mahmut bundan sonra ülkede pek çok imar faaliyetlerinde bulunup, ilim, kültür, sanat alanlarında çok kıymetli eserler yaptırdı. Kağıthane civarındaki Bahçeköy ile Balaban köyleri arasında geçen iki çayın sularını toplayan Topuzlu Bendini yaptırdı. Burada toplanan sular, Taksim'deki depodan, Tophane'deki Meydan Çeşmesi ile Azapkapı'da Saliha Sultan Çeşmesi ve Beşiktaş, Galata, Kasımpaşa, Tepebaşı semtlerinin çeşitli yerlerindeki kırk kadar çeşmeye su verildi. Pek çok saray, kasır inşa ve tamir ettirildi. Beşiktaş Sarayı'nın bir çok kısımlarını ve Bayıldım Kasrı'nı yeniden yaptırdı. Yûşa Tepesi civarındaki Tokat Köşkü'nü donatıp, Hümayun-abad, Kandilli Sarayı'nı imar ettirerek Nevabâd isimleri verildi. Kanlıca'da Mihr-abâd Kasrı'nı yaptırdı. İstanbul'da Ayasofya Camii içine, Fatih Câmii yakınında ve Galatasaray’da olmak üzere üç, Belgrad’da bir kütüphâne yaptırdı. Ayasofya Câmii Kütüphanesine sarayın hazine odasından pek çok kitaplar gönderdi. Ayasofya Kütüphanesine İslam aleminin en meşhûr hattatlarından Yakut-ı Musta'sımî, Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman hatlarıyla Mushaflar ve hazret-i Osman ve Hz.Ali'ye ait olduğu söylenen iki Kur’ân-ı Kerîm de kondu. Kütüphanenin masrafını karşılamak için de Cağaloğlu'nda çifte hamamı yaptırıp, gelirini vakfetti. Ayasofya'ya bitişik aşevi yaptırıp, huzûrunda tertiplenen merasimle açıldı. Nûruosmaniye Camiinin yapımını başlattıysa da, vefatından bir yıl sonra tamamlanabildi. Beşiktaş'da Arap İskelesi Camii, Rumeli Hisarı'nda İskele Camii, Üsküdar'da Sultan Mahmut Camii ve Kandilli, Defterdarkapısı, Tulumbacılar odası, Yalıköşkü, Yıldıztepe mescidlerini yaptırdı.

I. Mahmut, 13 Aralık 1754 tarihinde İstanbul'da vefat etti. İstanbul'da Yeni Camii yanındaki Turhan Sultan türbesine defnedildi. Zeki, anlayışlı ve merhametli olan padişah Askeri ıslahat taraftarıydı. Faaliyetleri ciddiyetle takip ettirip zamanın ve ülkenin durumuna göre icraatlarda bulunurdu. Aynı zamanda bir sanatkar olan I. Mahmut "Sebkâti" mahlasıyla şiirler yazardı.


SADRAZAM DAMAT İBRAHİM PAŞA
Damat İbrahim Paşa III. Mehmet saltanatı döneminde 4 Nisan 1596-27 Ekim 1596, 5 Aralık 1596-3 Kasım 1597 ve 6 Ocak 1599-10 Temmuz 1601 tarihleri arasında toplam üç yıl onbir ay yirmiyedi gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. 18. yüzyıldaki Lale Devri'nin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile karıştırmamalıdır.

Sultan Üçüncü Mehmed Han zamanında üç defa sadarete gelmiş Osmanlı sadrazamı. Sultan Üçüncü Murad'ın kerimesi Ayşe Sultan'la evlenmesi sebebiyle Damad olarak anılan İbrahim Paşa, Kanije kalesini fethetmesi sebebiyle de Kanije Fâtihi ünvanı ile meşhurdur.

Aslen Bosnalı olan İbrahim Paşa'nın doğum tarihi bilinmemektedir. 1531'de devşirilerek Enderun-i humayunda yetiştirilen ve yavaş yavaş temayüz ederek Sultan Üçüncü Murad'ın cülusu esnasında Rikapdârlığa, cülusunu müteakib 1574'de Süâhdarlığa ve oradan 1580'de Yeniçeri Ağalığına getirildi. 1581' de Rumeli Beylerbeyliğine tayin olunan İbrahim Paşa, bir yıl sonra Sultan Üçüncü Murad'in kerimesi Ayşe Sultan'la nişanlandı. Bir müddet sonra vezâret payesi tevcih olunarak Kubbealti vezirleri arasına girdi. Mısır valisi Mürtesi Hasan Paşa'nın Mısır'da meydana getirdiği karışıklıkları gidermek ve Mısır varidatını yeniden tanzim etmek üzere 1583'de Mısır valiliğine tayin olundu. Birbuçuk yıl sonra da Lübnan'da Dürzî isyanını bastırdı. Bu isyanların bastırılmasından sonra orada elde ettiği servet ve ganimeti İstanbul'a getirerek, orada yaptırdığı bir tahtıyla beraber padişaha takdim etti. Bu hizmetlerine mukabil padişah, ikinci vezirlik payesini tevcih etti.

Bir müddet sonra itibarını kaybetti. Onun devlet işlerinde eski nüfuz ve itibarını yeniden kazanması Sultan Üçüncü Mehmed zamanında oldu. Nitekim Üçüncü Mehmed'in cülusundan sonra İbrahim Paşa üçüncü vezirlik (vezir-i sâlis) pâyesiyle kubbealtına alındı. 1595'de sadrazam Ferhad Paşa'nın Eflâk seferine çıkması üzerine Vezir-i sâni (ikinci vezirlik) pâyesiyle Sadaret kaymakamlığına getirildi. Nihayet Sinan Paşa'nın vefati ile 5 Nisan 1596'da sadaret (veziri azamlık) makamı verildi.

Sinan Paşa'nın hazırlamakta olduğu Avusturya seferi işlerini ele alan İbrahim Paşa, padişahın da iştirak edeceği sefere göre Osmanlı ordusunu düzenlerken diğer taraftan da İstanbul'da emniyet tedbirleri aldırdı. Ayrıca devletin bütün gelir kaynaklarını, evkaf ve emânatleri vezirlere teftiş ettirerek kanun ve nizam dışı hareket edenler şiddetle cezalandırıldı. Bu tedbirlerin yeterli olmadığına kani olan İbrahim Paşa, Belgrad'a giderek serhad kuvvetlerini de tanzime çalıştı. Sefer öncesi yapılan toplantıda onun teklifi üzerine Sultan Üçüncü Mehmed'e "Egri Fâtihi" unvanını kazandıracak sefer, Egri kalesi üzerine yapıldı ve kale fethedildi. Fetihden sonra kalenin tamir ve mülkî teşkilâtinin yapılmasında İbrahim Paşa çok gayret sarfetti.

İbrahim Paşa'nın sadrazamlığı zamanındaki en mühim hadiselerden biriside Eğri fethinden sonra Avusturya'lılarla 1596'da yapılan Haçova Meydan Muharebesidir. Osmanlıların zaferi ile sona eren bu muharebede İbrahim Paşa orduyu muvaffakiyetle idare etti. Ancak Cagalâzâde Sinan Paşa'nın zaferin galibi iddiasiyla padişahtan sadareti taleb etmesi üzerine İbrahim Paşa azledilerek, Sinan Paşa Veziri azamlığa getirildi. Ancak 45 gün süren mazulluktan sonra İbrahim Paşa yeniden sadrazam oldu. Bir müddet sonra yine azledilen İbrahim Paşa, Avusturya üzerine sefere çıkması şartı ile üçüncü defa sadarete getirildi. Üçüncü sadaretinde Mürtesi Hasan Paşa'nın kötü idaresi ile bozulan devlet dairelerini tanzime, seferden kaçan dirlik ve zeamet sahiplerini cezalandırmaya, ordunun ihtiyaçlarını gidermeye ve vilâyet işlerini düzeltmeye başlayan İbrahim Paşa, sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1599'da İstanbul'dan Belgrad'a doğru harekete geçti. Edirne'ye geldiğinde Avusturya seraskeri olan Satırcı Mehmed Paşa'yı başarısızlığı sebebiyle katlettirdi. Daha sonra Belgrad'a, oradan Macaristan'a giren İbrahim Paşa, Estergon üzerine yürüdü. Ancak bu hareketi, muharebe yapmak veya kale fethetmek gayesinden ziyâde kalelerin tamiri ve uzun süren muharebeler neticesinde dağılan veya Osmanlılar aleyhine cephe alan yerli halkın yeniden kazanılması gayesine matuf idi. Bu yürüyüş esnasında bazı müsademelerde olmuş ve akıncılar Visgrad civarinda Veregel palankasını ele geçirmişlerdi. Yine bu yürüyüş esnasında Avusturyalılarla bir sulh teşebbüsünde bulunulmuş, ancak müsbet bir netice elde edilememişti.

Veziriazam İbrahim Paşa, 1600 baharında Belgrad'dan çıkarak, Estergon üzerine yürüyüşe geçti. Tiryaki Hasan Paşa'nında bulunduğu toplantıda, her zaman için tehlike teşkil eden Kanije'nin fethi kararlaştırıldı. Kırk günden fazla muhasara edilen kale, bir taraftan gelecek yardımdan ümid kesilmesi, diğer taraftan kalenin barut mahzenine ateş düşmesi üzerine İbrahim Paşa'ya teslim edildi. Burası Beylerbeyilikle Tiryaki Hasan Paşa'ya verildi. Avusturyalıların mühim hudut kalelerinden olan Kanije'nin düşmesi, düşmana büyük bir darbe indirdi. Bu muvaffakiyetinden çok memnun olan padişah, Veziri Azam İbrahim Paşa'ya gönderdiği hattı hümayunda onu tebrik etti ve hayatta olduğu müddetçe makamında kalacağını vaad etti. Bu fetihle İbrahim Paşa Kanije Fâtihi ünvanını aldı.

Damad İbrahim Paşa, serhadde almış olduğu tedbirler ile askerin, serhad gazilerinin ve yerli halkın derin sevgisini kazanmış, bu mıntıkada Avusturya "harplerinin zuhurundan beri devam eden asayişsizliği bertaraf etmişti.

Veziri azam ve Serdari Ekrem İbrahim Paşa Belgrad'da bir taraftan 1601 seferine hazırlanırken, diğer taraftan da kendi Kethüdasi Mehmed Ağa ile Murad Paşa'yı icabinda sulh için görüşmek üzere talimat verip Budin'e gönderdi. Kısa bir müddet sonra rahatsızlanan İbrahim Paşa, hayattan ümidini kesince kendisine vekâlet etmek üzere Rumeli Beylerbeyi Lala Mehmed Paşayı vasiyet etti. 10 Temmuz 1601'de vefat etti. Cenaze namazı ordugâhta kılındıktan sonra naaşı Belgrad'a nakledildi ve daha sonra İstanbul'a getirilerek Şehzade Camii'nin caddeye bakan cephesinde inşa ettirdiği türbesine defnedildi.

Osmanlı sadrazamları arasında mühim bir mevki işgal eden İbrahim Paşa'nın âlicenap, cömert ve gayretli bir vezir, muvaffak bir kumandan olduğunda bütün kaynaklar müttefiktirler. Emrine verilen orduları sevk ve idareyi bilmiş ve bilhassa zemin ve zamana göre aldığı siyasi tedbirler ile gerek Lübnan harekâtinda ve gerek Macaristan serhadlerinde Osmanlı nüfuz ve hâkimiyetini süratle tesise muvaffak olmuştur. Gerçekleştirmeye çalıştığı Avusturya sulhu planları ölümü ile yarım kalmış, fakat Macaristan serhadlerinde kendi yolunu takib edecek olan Lala Mehmed Paşa ve Kuyucu Murad Paşa gibi kuvvetli iki devlet adamının yetişmesini temin etmiştir.


İKİ FARKLI GÖRÜŞTEN PATRONA DEĞERLENDİRMESİ


MİLİTAN DEMOKRASİ
Yılmaz Karakoyunlu- Sabah Gazetesi

Amme Hukuku derslerinde devletin güvenlik işlevi anlatılırken, en önemli teminatın hukuk olduğu öğretilirdi. Hukukun yozlaştırıldığı yerde devletin güvenliğinin bozulacağı ve ulusal iradenin kalmayacağı anlatılırdı. Hukukun, asıl amacın aksine, gözü dönmüşlerin hırs ve hilelerine alet olacağı belirtilirdi.

Aradan kırkbeş yıl geçmiş; Mülkiye'de Yavuz Abadan'dan dinlediklerimi, şimdi Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'ın son kitabında okuyorum. Başsavcı irtica ve bölücülüğe karşı militan demokrasiyi anlatıyor.

Bu kitap, siyaset disiplini ve adalet ahlakı içeriğinde demokrasi ve laiklik mücadelesidir. Vural Savaş, toplumuna ve ulusuna, devrimci laikliğe sahip çıkışının örneklerini ve değerlerini aktarıyor. (Militan Demokrasi-Bilgi Yayınevi/Temmuz 2000/Ankara)

***

Militan demokrasi, bir Anayasa'nın kendi düşmanlarına karşı kendini koruyacak hukuk düzeninin yaratılması olarak tanımlanıyor. Başsavcıya göre hiçbir Anayasa'nın, kendini yok edecek koşulları onaylaması ve bunu hukuklaştırması düşünülemez...

Militan Demokrasi, aydınlanma çağının ürünü.

Çoğulcu demokrasinin ve sivil toplumun gerisindeki ideoloji de militan demokrasiye dayanıyor. Uygar toplumlarda bireylere bağımsızlığın ve hürlüğün hazzını veren değer de budur. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu ispatlayacak cesareti böyle kazandık.

***

İkinci Meşrutiyetle başlayan, Müteareke döneminde yaygınlaşan ve Demokrat Parti ile yeniden gündeme getirilen siyasette dinin koz olarak kullanılması Türkiye'nin en önemli sorunu olmuştu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin, bireyden farklı ve değerli bir kavram olarak kutsandığı, insan unsurunun önemsenmediği bir dönemi yaşadık. Sonra demokrasiye geçtik; aydınlık çağının ipek yılları geldi. Demokrat dünya laik siyasetin hücrelerinde kozalandı. Birey özgürlüğünün şalları böylece dokundu.

Sonuçta, sosyal ve ekonomik olguların kavrayamadığı siyaset terbiyesi, demokrasi zaafında bölücülük ve irtica eşiğini döşedi.

Bugün bu eşikte yorgunuz...

***

Vural Savaş son kitabında aklımızın, kör noktayı aşıp aydınlığa çıkışın kapısını aralayacağını söylüyor. Toplumda bir determinizm umudu yaratacak kadar geniş kapsamlı ve cesur...

Aklın işleyişi bozulursa, duygular egemenlik kazanır. Duyguların işleyişi bozulursa, düşünce ayağa düşer. Düşünceler, yaşamın uyumsuzluğunu yaratırsa dürüstlük elden kaçar...

***

Altmışbeş yıldan beri Türkiye, hâlâ laiklik konusunda devrim ilkesini gerçekleştirecek etkinliği sağlayamamıştır. Bugün bile bu ilkenin kırk yönden eleştirisi yapılmakta, halkın vicdanı üzerinde manevi vesayet kurmaya yönelen iddialar sergilenmektedir.

Halkın vicdanı üzerinde egemenlik kurmaya yönelenler, yenilik hareketinin her türüne karşı çıkmışlardır. Jön Türkler, İttihatçılar, Cumhuriyetçiler, Demokrat siyasetçiler hep bu karşı çıkışın tarif ettiği düşman gibi görünmüşlerdir.

Aslında hepsinin özetlendiği tek tanım vardır: Gerçek laiklik...

***

İnsanlığın mahrem tarihinde en tehlikeli duygu korkudur. İnsanoğlu bir korkudan kurtulmak için bir başka korkuya sığınır. Bu sığınma aslında yeni bir korku yaratmaktır.

Patrona Halil, aydınlık çağımızı başlattığı için Nevşehirli İbrahim Paşa'nın derisini yüzmüştü. Sultan Birinci Mahmut, katil Patrona Halil'i saçlarından yakalamış başını musalla taşına vururken bağırıyordu. "Bu habis kelle gidince ülkeyi ışık kaplayacak."

Aradan tam iki yüz yetmiş yıl geçmiş... Hâlâ bu mücadele sürüyor... Vural Savaş'ın "Militan Demokrasi"si milenyum başında Cumhuriyetimiz'in ibret vesikası olarak duruyor..


***

YILMAZ KARAKOYUNLU'NUN HAYALİ TARİHİ
Mustafa Armağan- Zaman Gazetesi

Yılmaz Karakoyunlu ismini Salkım Hanım'ın Taneleri romanından hatırlayacaksınız. Geçtiğimiz yıl filme çekilmiş ve "Varlık Vergisi" tartışmasına yol açmıştı.

Dikkatli okuyucularım, filmde bazı bilgi yanlışları ve abartıları yazdığımı hatırlayacaklardır.

Sonuçta bu hatalar tarihi tepe taklak etmediği için bağışlanabilir. Bir romanda sanatçının "belli bir ölçüde" tarihi tahrif etme hakkının bulunduğunu, bu özgürlüğü sanatçıya tanımadan tarihî roman yazılamayacağını kabul ediyorum. Sineye çekilebilir yanlışlardır bunlar.

Sayın Karakoyunlu, aynı zamanda bir milletvekilidir ve bir köşe yazarıdır. Sabah gazetesinde "Din ve Siyaset" vinyeti altında arka planı tarihî bilgilerle örülü siyasî yazılar yazmaktadır.

15 Temmuz tarihli köşesinde bu defa Vural Savaş'ın yeni çıkan Militan Demokrasi adlı kitabına övgüler düzüyor. Hayır, onun "Bu kitap, siyaset disiplini ve adalet ahlakı içeriğinde demokrasi ve laiklik mücadelesidir." türünden anlaşılmaz cümlelerine takılmayacağım. Bugün, aynı yazısının sonundaki garip ve ters bir analojiye takılacağım:

"Patrona Halil, aydınlık çağımızı başlattığı için Nevşehirli İbrahim Paşa'nın derisini yüzmüştü. Sultan Birinci Mahmut, katil Patrona Halil'i saçlarından yakalamış, başını musalla taşına vururken bağırıyordu. "Bu habis kelle gidince ülkeyi ışık kaplayacak." Aradan tam iki yüz yetmiş yıl geçmiş... Hâlâ bu mücadele sürüyor..."

Gidecek olan "kelle" kimi temsil etmektedir bugün? Kelle almaya neden bu kadar meraklıdır Sayın Karakoyunlu? Bu ihtilal çığlıklarını andıran ifadesiyle ne demek istediğini açmalıdır Karakoyunlu.

Biz şu Patrona meselesine dönelim.

Yahu nedir bu Patrona Halil'in elimizden çektiği? Saltanatçısı saldırır, devrimci solcusu saldırır, Kemalist'i saldırır, İslamcısı saldırır, o da yetmez, Aptullah Ziya Kozanoğlu ve Reşat Ekrem Koçu gibi "aslan" romancılarımız saldırır. Bir tek Kerim Korcan sahip çıkmıştır ona, o kadar.

Şimdi yukarıdaki paragrafta geçen Karakoyunlu'nun ifadelerinin gerçekten vuku bulduğuna inanılabilir mi sizce? Tamamen yanlış, tamamen hayal ürünü şeyler bunlar.

Bir kere Nevşehirli İbrahim Paşa'yı öldürten Patrona değil, Padişah III. Ahmed'dir. Paşa'yı iki damadı ile birlikte boğdurup iç donlarıyla üç öküz arabasına yükleten ve isyancıların önüne attıran da Padişah'ın kendisinden başkası değildir.

İkincisi, Nevşehirli'nin derisinin yüzülmesi gibi bir hadise vaki olmamıştır. Cesedi yerlerde sürüklenmiş ve parçalanmıştır; ama derisinin yüzüldüğüne dair herhangi bir kayıt yoktur.

Sormak gerekiyor: I. Mahmut ne zaman ve nerede Patrona Halil'i saçlarından yakalayıp başını musalla taşına vurmuştur acaba? Bunun belgesini söyleyebilirler mi? Konu ile ilgili yüzlerce kaynağı araştırdım; ama bir tek yerde, Sultan Mahmud'un Patrona'nın palalarla budanmış cansız bedeni, ayaklarının dibine serildikten sonra dahi böyle bir davranışta bulunduğuna dair hiçbir şey okumadım.

Dördüncü olarak, Padişah'ın "Bu habis kelle gidince ülkeyi ışık kaplayacak" dediğini nereden çıkartıyor Sayın Karakoyunlu? Bunu hangi hayal burçlarında inşa etti? Yoksa yazmakta olduğu bir romandan alıntı mı yaptı?

İşte size hâlâ aşılamayan bir kaynaktan Patrona Halil'in gözlerden gizlenen portresi:

"Sultan Mahmud, kendi iclâsına sebep olanlardan Patrona Halil'i, huzuruna çağırarak, ondan ne dilediğini sorduğu vakit, Patrona, sadece eski vezirler tarafından konulmuş ve halka çok ağır gelen vergiler ile malikâne usulünün kaldırılmasını istemişti..."

"I. Mahmud'un vâlidesi Saliha Sultan'ın, Patrona'ya ikinci oğlum diye hitab ettiği ve saraya geldikçe bol miktarda ihsanlarda bulunduğu, Patrona Halil'in dahi bu parayı etrafındakilere dağıttığı söylenilmektedir."

"Sultan I. Mahmud, Patrona'nın tahakkümünden kurtulmak için ilk def'a ona büyük bir memuriyet vererek merkezden uzaklaştırmayı düşündü ve bu maksadla kendisine arzu ettiği vazifeyi sordu. Fakat bu zeki ve kurnaz adam, mes'eleyi derhâl kavramış ve ne rütbede, ne de mansıbda gözü olmadığını, ancak memleket için çalıştığını bir def'a daha tekrarlamıştı. Patrona, bu esnada, padişahın kendisine yüz bin altın vereceğini ve bunu alıp istediği yere gitmesini tavsiye eden yeniçeri ağasına ise, gayet sert muamele ederek, İstanbul'un bütün parasının kendinin olduğunu, paraya ihtiyacı bulunmadığını da söylemişti."

Patrona İsyanı üzerine şimdiye kadar yazılmış en bilimsel kitaptan alındı bu satırlar (Münir Aktepe, Patrona İsyanı 1730, İstanbul 1958).

Çuvaldızı biraz da kendimize batıralım: Tam 47 gün devletin iplerini elinde tutan bir "baldırıçıplak"ın erdem ve kanaatkârlığını gösterebilecek kaç kişi vardır bugün aramızda? Fırsatını buldu mu hazineyi hortumlayanların yaşadığı bir memlekette Padişah tarafından teklif edilen makam, mansıp ve altınları elinin tersiyle iten Patrona Halil'in bir ahlâk abidesi olarak anılması gerekmez mi? Ve nihayet, bunu en iyi fark edebileceklerin başında da Sayın Karakoyunlu gelmeli değil miydi?

Geçen haftaki yazım hakkında beni arayan Ertuğrul Özkök, yazısındaki başlık değişikliğinin internet operatörlerinin dikkatsizliğinden kaynaklandığını, kendisinin başlıkta bir değişiklik yapmadığını belirtti.

 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol