(Abdülaziz Bey, 1850-1918 yılları arasında yaşamıştır. Kaleme aldığı eserde kendi çağını yansıtırken kimi kez 16.yy’a kadar geri gitmektedir. Bu anlamda her ne kadar verdiği bilgiler, Musahipzade’nin yaşadığı çağa yakın bir tarihe ait görünse de, eseri, nesilden nesile aktarılan bir ritüel hakkında verdiği ayrıntılarla büyük ölçüde aydınlatıcı bir referanstır.)
OSMANLI'DA DÜĞÜN MERASİMİ
Kaynak: Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri- Abdülaziz Bey- Tarih Vakfı Yurt Yay
İstanbul’da nikah, eskiden beri kız evinde kıyılır. Gelin ve güveyinin pederi akrabalarına, ahbaplarına tezkereler yazarak nikaha davet eder.
Akdin kararlaştırıldığı günün sabahı erkenden büyük ve müzeyyen bir sepet içine, çeşit çeşit şuruplar, kapaklı büyük kaseler içinde bergamut, sakız, kelle şekeri tatlıları konur, üzerine yek-renk, kenarları zihli canfes bağlanır. Diğer bir sepete de kıymetli kaseler içinde kına, ağız sakızı, şeker konarak sepetin üzeri de canfesle bağlanır. Güveyinin konağından iki münasip ağa eliyle gelin hanımın hanesine gönderilir.
Bir nikah cemiyetine davet edilenler gelmeye başladıkları zaman konağın ağaları veya kethüdası ya da damadı ve güveyinin biraderi tarafından karşılanır, mevkilerine göre icap eden odalara alınır. Gelen zatlara hürmet gereği önce tatlı çıkartılır, kahve ve çubuk ikram edilir.
Akdin yapılabilmesi için güveyinin vekaletini almış pek yakın akraba veya ahbaplardan iki şahit hazır bulunur. Küçük hanımın amcası, dayısı veya süt kardeşi vekalet almak üzere, akraba veya teklifsiz görüşülen üç kişi de şahit olarak harem ağasının aracılığıyla harem dairesine girer, odanın kapısı önünde durur ve kıza seslenerek vekil olmak için onay alırlar, şahitler de işitir. Ardından nikahın kıyılacağı selamlık dairesine geçerler. Nikah kıyacak kişinin önüne sanatkarane bir seccade yayılır, odanın iki tarafında gümüş buhurdanlar yakılır. Akide memur olan zat, güveyinin vekilini sağına, gelinin vekilini sağına alır. Misafirler de derecelerine göre, diz çökerek elleri dizlerinin üzerinde otururlar. Günahlara ve yapılan kötülüklere tövbe ve istiğfar eder, vekillerden vekilliklerini onaylamaları istenir, akde memur olan iki tarafın rızası ve şahitlerin şahadetiyle nikahı tamamlar.
Sesi güzel iki kişi tarafından usulünce okunan on-on beş ayetin ardından misafirlere gül suyu, gümüş tepsilerde şerbet ikram edilir. Yemeğin ardından kahve ve çubuk ikram edilir ve davetliler usulünce uğurlanır.
Erkekler tarafında merasim bittiğinde kız harem dairesindeki aile büyüklerinin ellerini öper. Kayınvalide yüzük, küpe veya elmas bir dal iğne hediye eder ki, buna el öpmesi adı verilir. Nikah akdi için çağrılan efendi, mahallenin imamı ve hizmetlilere uygun miktarlarda bahşiş dağıtılır. Merasim sona erdiğinde güveyinin yakınları güveye müjdeli haberi götürür, bahşişlerini alırlar.
Nikahta güveyinin bulunması görülmüş şey değildir. Hatta nikahın nasıl geçtiğini, kimlerin bulunduğunu, nikah bedelini bile sorması ayıp sayılır. Eğer mübarek bir gün denk gelirse o gün, gelmezse bir hafta sonra mevsim meyveleri üzerleri renkli tüller yaldızlar kurdelelerle süslenerek gelinin evine gönderilir. Kız tarafından da karşılık olarak bir kat çamaşır gönderilir. Her iki taraf da getirenleri ödüllendir ancak bahşiş para olarak verilmez münasip bir çevrenin ucuna bağlanır. Bundan sonra her iki taraf da düğün hazırlığına girişir.
Kızın babası damadı içgüveysi olarak alacaksa kızın hanesinde, güveyi kızı götürecek ise güveyinin hanesinde düğün hazırlıkları başlar. Geline mahsus oda döşenmiş, cihazın tamamı gelmiş, düğün günü gelenlere sergilenecek olanlar özel bir yerde tanzim edilmiştir. Düğün yemeği için mevcut aşçılar yetmeyeceğinden gereği kadar aşçı tedarik edilir. Konakta bulunanlarla dışarıdan gelen hanımlara düğünden en az on beş gün önce müzeyyen elbiseler yaptırılıp hazırlanır veyahut terlik ve baş yemenisi de dahil olmak üzere elbiselikler verilir. Onlar da elbiseliklerini dikerek düğüne hazırlanır ve düğünden birkaç gün önce konağa gelerek hazırlıklara katılırlar.
Gelin entarisinin her yanı renkli ipekle örülmüş, kumaşı ise gümüş tel ile örülmüş çok ağır ve kıymetli bir Hind kumaşı olan telli sevaiden, som sırma ile ağır işlemeli atlas veya kadifeden yapılır. Ayağına şal üzerine sırma ve inci ile işlenmiş, ucuna da inci püskül konmuş, ökçesiz terlik giydirilir, beline sırma kolanlı, tokası som mücevherli kıymetli bir kemer bağlanır.
Gelinin saçları iki örgü halinde örülüp, kurdelelenir, parmakları kınalanıp gözlerine sürme çekilir, el tırnaklarına kına yapılır. Geline mahsus som elmastan yapılmış olan gelin tacı bir başlığa takılarak başa oturtulur, tacın arkasına gelin tuğu denilen pembe renkli tüy iliştirilir. Uzun duvağı gümüş telli çok ince saf ipek bürümcekten yapılmıştır. Gelinin soyunda Hz. Peygamberin sülalesinden kimse var ise duvak mutlaka yeşil olur.
Gelinin alnına, iki yanağına ve çenesine yapıştırma denilen dört elmas yapıştırılır, her biri on beş-yirmi kırat olan kuyumcuların fantazya dediği, halk arasında pero olarak anılan pembe pırlantadan söbü biçiminde işlenmiş tek taş küpeler, boynuna yine pırlantadan gerdanlık göğsüne pırlanta iğne takılır. Bu mücevherler duruma göre ekabir akrabalardan ya da “elmasçı” denilen kadınlardan bedel karşılığı kiralanır.
Gelin giydirildikten sonra nazara karşı tam 41 adet çörek otu, mavi bezden ufak bir kese içinde koltuk altının bir tarafına sokulur. Kalabalıktan sıkılıp baygınlık geçirir endişesiyle ufak şişelerde “lokman ruhu”, “melisa ruhu” gibi ferahlatıcılar odanın görünmeyen bir yerinde hazır tutulur.
Geline şal kuşatma esnasında, gelinin babası büyük sofanın ortasına gelini almaya gelen hanımların karşısında durur. Münasip bir hanım gelinin önüne düşer ve gelin hanım aheste aheste pederinin önüne yürür ve temenna ederek durur. Pederi de önceden hazır ettiği bel kuşağı kadar iyi cinsten bir şalı kendi eliyle kerimesinin beline bağlar. Kız, pederinin varsa o esnada yanında bulunan süt babası ya da amcasının elini öper. Pederi de kendisine münasip bir hediye sunar. Gelin arka arka dört adım geriler, pederi ve beraberindekiler çekilirler.
Eğer evlenen kimse iç güveyi olup kayınpederinin hanesine gelecekse, kayınpederinin akrabasından iki kişi güveyi evine gelir ve onu davet ederek beraberlerinde gelinin hanesine götürürler. Güveyi gelince hazır bekleyen gelinin koluna girerek odasına götürür. Gelin hanım, kendisi için hazırlanmış köşede gün boyu “geline bakmaya” gelen hanımları bekler. Düğün günü, diğer bir tabirle yüz yazısı günü denen gün olup, gelin ve cihaz görmeye gelen hanımlar için akşama düğün evin kapısı açık bulundurulur.
Düğün günü evde erkek misafirlere özel olarak “güveyi yemeği” verilir. Davetliler akşam ezanına bir çeyrek kala konağa gelmeye başlar. Yemekten sonra ikram edilen kahve ve çubukların ardından yatsı vakti yaklaşınca imam, güveyi ve pederi diğerleri için kıymetine uygun seccadeler serilir. İmamın yanına şamdanlar konmuş, etraf kandilleriyle orta avizesi yakılmıştır. Yalnız hepsinin yakılması iyi sayılmadığından avizenin bir iki mumu sönmüş bırakılır. Yatsı namazını güveyi ve pederi yan yana, cemaatle birlikte kılarlar. Kapının sol tarafında durmak uğursuzluk addedildiğinden güveyi pederini yanına alarak kapının sağında durur. Edilen duanın ardından güveyi el öper. Sonra ellerinde şamdanla bekleyen iki harem ağası güveyi haremdeki odasına götürür, temenna edip ayrılırlar.
Odada gelin giysisiyle ayakta bekleyen kız dışında, “yenge hanım” denilen gün görmüş, sohbet bilir uygun bir hanım bekler. Güveyi içeri girdiğinde hiçbir şeye bakmadan, evvelce serilmiş seccadede iki rekat namaz kılar. Yenge Hanım münasip sözlerle gelinin elini güveye verir, bu esnada gelinin sağ ayağıyla güveyinin sol ayağına basması yüzyılın başında görülen adetlerdendir. Güveyi, elini bırakmadan gelini minder üzerine oturtur. Yenge Hanım hazırlanmış kahveyi güveyiye getirir, fincanı alıp çıktıktan sonra uzun müddet kapıda bekler. Güveyi nikah akdinden duyduğu memnuniyeti ifade eden sözler söylerken gelin hiç konuşmaz. Güveyi yüz görümlüğü de denen hediyeyi dizlerinin yanına bırakır ve duvağı kaldırmaya teşebbüs eder, duvağı açtırmamakta direnen gelini, hatır alıcı hatta güldürücü sözlerle razı etmeye çalışır. Duvak kaldırıldığı zaman gelin hanım da yavaş yavaş sözlere cevap vermeye başlar. Yenge Hanım dışarıdan gelinin konuştuğunu duyduğunda elvan renk şeker, mevsim meyveleri, el bezi ve iki süslü bıçağı masaya bırakır. Yarım saat sonra yemiş tepsisini alıp kaldırır. Bir saat sonra yeniden içeri gelerek güveyiden izin alır ve geline başka bir odada ipekten gecelik giysisini giydirerek tekrar odasına götürür. Gelin hanım da çok değerli bir bohça içine konmuş entarisini güveyiye giydirir, çıkardığı esvaplarını bohça içinde dışarı verir ve bir şeyler isterlerse diye bir müddet daha dışarıda bekleyen Yenge Hanım da çekilir.