Istanbul Efendisi Ardiyesi
  Kuşak Bağlama Geleneği
 

Türk Dünyasındaki Düğünlerde Koltuklama ve Kırmızı Kuşak Bağlama Geleneği


Sibel Turhan TUNA*

Özet: Bir folklor araştırması olan bu makalede, atalarımızdan bize miras
kalan ve bugün çeşitli Türk illerinde uygulanmakta olan “Koltuğa
Alma ile Kırmızı Kuşak Bağlama Geleneği” ele alınmıştır. Bu iki gelenekten
de ortaya çıkan sonuç; velâyet hakkının kız babasından damada
geçişidir.

Anahtar Kelimeler: Gelenek, Görenek, Evlilik töreni, Velâyet, Koltuğa
Alma, Kırmızı Kuşak Bağlama, Türk Milleti ve Kültürü

Giriş
Gelenekler ve görenekler, insan topluluklarını bir arada yaşatan, onların
geçmişle haldeki bağlarını kuran kültür unsurlarıdır. Kültürün içinde, bir
milletin değer yargısı, zevki, düşünce tarzı, inanç sistemleri bulunur. Topluluklar,bulundukları coğrafyadan göç etmiş olsalar bile bu kültür unsurlarınıyeni yurtlarına taşımaktadırlar.

Kültür unsurları, elbette zamana ve çevrenin şartlarına uyarak, bazı değişiklikler
gösterir ya da kısmen eriyip yok olabilir. Fakat bazıları da vardır ki,
yüzyıllardır Türk milletince ortaya konulup, ana vasıfları korunarak günümüze
dek devam ettirilmişlerdir.

İşte 1990 sonrası, ilişkilerimizin daha da rahatladığı Türk Dünyası’nın ortak
değerlerinden olup bu çalışmanın da temel konusu olan “koltuklama” ve
“kırmızı kuşak bağlama” da bu tür geleneklerdendir.

Genellikle dıştan evlenme (exogamie)’nin esas olduğu ve zorlamaya değil,
“velayet” (dost, yardımcı)’e dayanan, baba hukukunun geçerli bulunduğu
Türk ailesinde, evlenen oğullar hisselerini alıp, yeni aile kurmak üzere yola
çıkarlar.

Baba evi ise en küçük oğula kalır (Kafesoğlu 1995: 216). Burada kullanılan
hisse kavramı, “kalın” anlamına gelmektedir. Kalın, Türk aile hukukunun
temelini teşkil eder. Türk tarih kaynaklarının hepsinde kalın geleneğinden söz
edilir. Kalın, kızın ailesine verilen bir aile malıdır. Bu yüzden kalın geleneğinde,
oğlan ailesinin payı ve miras hakkı bulunmaktadır. Kalın, başlık demek
değildir. Kalın, babanın sağ iken oğullarını evlendirebilmek için verdiği paydır.
Başlık ise, evlenme sırasında kız ailesine verilen bir hediyedir. Kalın,
zamanla gerçek anlamını yitirerek başlık şekline girmiş olabilir (Önal 1998:
93).

Gökalp’in tespitlerine göre; evlenme adeti, Türklerde; “Kız kaçırma, Ganimet
ve Nikah” olmak üzere üç şekilde karşımıza çıkmaktadır. Nikah, dinî ve resmî
olmak üzere, iki türlü yapılır. İslamî nikahta, mehr-i muaccel “nikahta
verilen ağırlık” ve mehr-i müeccel “boşanma veya ölüm halinde verilmesi
kararlaştırılan para” nın önemli bir yeri vardır (Gökalp 1974: 290). Balaban’a
göre ise; evlilik, dokuz türde yapılmaktadır. Bunlar: 1- Beşik Kertme 2-
Söz alma, söz verme 3- Berder Evlilik, 4-Taygeldi Evlilik, 5- Baldızla Evlilik,
6- Kayınbiraderle Evlilik, 7- Kardeş Çocukları Evliliği, 8- Bir Dizi Erkek Kardeşin Bir Dizi Bacılarla Bireysel Evliliği ve 9- Oturakalma gibi ana başlıklar
altındadır (Balaban 1982: 40-57).

Evlilik türlerinden biri olan ve destanlarda, özellikle Manas’ta rastladığımız
“Ak Nikah” ise, dünürcülüğe gidilerek istenilen kızın alınmasıdır. Nitekim,
Manas’ın daha önceki savaşlardan ganimet olarak aldığı pek çok eşi olmasına
rağmen, Kanıkey, onun babasını yollatıp, isteterek aldığı eşidir (Türkmen,
İnayet1995: 144-145). Yine yazılı edebiyatımızda destanlardan halk hikayelerine bir geçiş türü olarak gördüğümüz Kitab-ı Dede Korkut’ta; Salur Kazan’ın Evinin Yağmalanması hikayesinde de nikah terimi ile karşılaşırız (Ergin1994: 113).

Eski Türkler, anneye “ög” derlerdi. Eskiden beri Türk toplumunda babadan
sonra, aileyi anne temsil eder. Bunun için ananın yeri, babanın diğer akrabalarından ileri olur. Babanın mirası anneye geçer. Çocukların vasisi de
odur. Türk tarihinde, kadınların hükümdar naibi olabilmeleri veya devlet
içinde büyük bir söz sahibi olmaları da bundan ileri gelir. Anne “el kızı”dır;
fakat evlendikten sonra, kocasının soyuna yazılmıştır. Kızın babası bile, gelin
olma sırasında, kızı üzerindeki “velayet” hakkını yani babalık hakkını, damada
verir. Dul kalan veya kocasına kızan bir kadın, baba evine gidemez.
Koca da kadını evden kovamaz veya boşayamaz. Aksi durumda ise; kalın
müessesesi yüzünden zarara uğrayacak olan her iki aile de buna karşı çıkar
(Ögel 1988: 266). Böylece evlilik, sağlam bir temele oturtulup adeta sigortalanmıştır.

Türkler arasında yaygın olan, “ataerkil”aile tipinde, aile reisinin velayeti
vardır. Ataerkil aile (Gökalp 1974: 291) tamamı ile hür ve eşit bir ailedir.
Akrabalık, tek değil, iki taraflıdır. Bayanlar da büyük haklara sahip olduklarından, kocalarıyla eşit gibidirler. Yapılan araştırmalarda Türklerin kadınlarına son derece saygılı oldukları gözlenmiştir. (Cebeci 2001: 79) Çocuklar da pederşahî ailede olduğu gibi aile reisinin keyfine tabi değildirler. Pederşahî ailede baba; eşini veya çocuklarını satabilir yahut öldürebilirdi.
Türklerde babanın sonsuz bir “velâyet hakkı” görülmektedir (Ögel 1988:
266). Bunun içindir ki, söz kesiminde kızın evlenmeye razı olduğunu gösteren,
bir “rızalık”sembolü vermesi de gerekiyordu. Bu sembol, Sibirya’dan
Anadolu’ya kadar uzanan bütün Türk illerinde, “mendil” idi. Bu çok eski
Türk geleneği, Anadolu’da, kız evinden giden hediyelerde “çevre, yağlık,
mendil” şeklinde görülür. Türkistan’daki “tuz” ve ekmek” yerine Anadolu’da
da şerbet içilir. Bu da bir çeşit ant içmedir.

Eski Türklerde “kız evlat” sahibi olmak Araplarda olduğu gibi bir felaket, bir
şerefsizlik anlamına gelmiyordu. Kız babası olmak için, Oğuz Beylerinin duasına müracaat eden kimseler de vardı: “Bay Bican Bey dahi yerinde durdu,
dedi: - Beyler ! Benim dahi hakkıma bir dua eyleyin. Allah ü Teala, bana da
bir kız vere” (Ergin 1994: 117)

Türklerde evlilik kavramı ve babanın velayeti hakkındaki bu bilgilerden sonra
şimdi de Türk Dünyası’nın çeşitli kesimlerinde, “koltuklama - koltuğa
alma” adetinin uygulanış şekillerine değinelim:

A) Koltuklama veya Koltuğa Alma: Türkmenlerde, Özbeklerde, Kazaklarda
ve Kırgızlarda “koltuklama adeti veya koltuk” düğünün son günü yani gelin
alma günü, tıpkı Anadolu’da olduğu gibi bazı farklılıklarla yapıla gelmektedir.
Burada farklılık özellikle koltuğa alma işini yapan kişilerdedir.

Türkmenlerde gelin, damadın özellikle sol tarafına geçirilir ve damat da,
gelinin sağ koluna girerek onu eve alır. Gelinin sağ tarafa alınmasının uğursuzluk getirdiğine inanılır. Türkmenlerde özellikle yine düğünün son günü,
kızın yakınları tarafından beline kırmızı kuşak bağlanır (KŞ1).
Kazaklarda yine bu adetler, “kelin tüşirüv” denilen, “gelin indirme” günü
yapılmaktadır. (Geniş bilgi için bakz.: Tağı, 2004, Kazakı Neke: 1994)

Düğünün son günü gelinin ve damadın yengeleri, gelini koltuklarına alırlar ve
yüzü örtülü bir şekilde damadın yanına getirirler. Bu sırada “saçı” adetini
uygularlar (KŞ2).

Kırgızlarda koltuğa alma işini, yengeler ve diğer bayan akrabalar üstlenir.
“Kelin Tüşirüv” denilen gelin indirme adeti, aslında bir nevi “koltuklama”dır.
Çünkü eskiden düğün boyunca bir araya gelmeyen gelin ve güveyi, koltuklama
sırasında bir araya gelir. Daha öncede değindiğimiz gibi, bazı Türk
bölgelerinde, örneğin Türkistan’da, baba, kızını güveyin eline verir. Bu da
bir tür koltuklamadır (KŞ3). Kırgızların evlenme geleneği, Güney Sibirya
halklarının, Altay, Hakas ve bazı durumlarda da Buryatların evlenme merasimlerindeki gelenek ve örf – âdetlerine çok yakındır. (Akmataliyev 2001:
 Ziya Gökalp’in aktarımına göre; Doğu Türkistan’da güvey, dostları ile birlikte
gelecekteki kayınbabasının evine gider. “Hay, hay evlenin! Hay evlenin!”
şeklindeki ve bugün manası bilinmeyen milli bir nakaratı terennüm ederler.
Genç kızın babası bunları kapıda karşılar ve merasim ile eve alır. Burada
delikanlının boynuna bir yazma sarar ve daha sonra teşrifatla kızını delikanlıya
teslim eder. (Bu da bir tür koltuklamadır.) Bu işlemden sonra büyük bir
fincan dolusu su getirilir. Genç kızla delikanlının ana ve babaları bu suyun
içine bir parça ekmek ıslatarak çifte takdim ederler. Bundan sonra kız baba
yurdunu terk ederek kocasının evine gider (Gökalp 1974: 309).

Türk toplumunda karı - koca bağları, ana ve baba sevgisinden de üstündür.
(Ergin 1994; 12) Şöyle ki; koca evine gelen kız, artık kocası ile kocasının
ailesine bağlanmıştır. Baba evi ile sevgiden başka bir ilgisi kalmamıştır. Hatta
Türkler, annesine çok gidip gelen, gelinlere “misafir gibi” bile derlerdi. Koca
evindeki bağların gevşememesi için bu tedbir kullanılırdı.

Bugün Anadolu’da koltuğa alma adeti, genellikle Batı Anadolu’da, Güney
Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerimizde görülmektedir.

Muğla’nın Dalaman ilçesinde yaptığımız bir araştırmaya göre; “koltuk”, eski
düğünlerimizin (son 30 yıl öncesine kadar) gelin alma günü de denilen üçüncü
veya son gününde yapılırdı. (KŞ 4, 5, 6)

Koltuğa hazırlığın şu şekilde olduğu belirlenmiştir: Gelin alma grubu, yola
çıkmadan önce oğlan evinde hazırlıklarını yapar. Damadın en yakın arkadaşı
olan sağdıç (bu kişi bütün Türk Dünyası’nda ortaktır, hatta Dede Korkut
hikayelerinden olan “Uşun Koca Oglı Segrek Boyı”nda da karşımıza çıkar;
Ergin 1994: 233) onun her şeyini hazırlar. (Ayakkabısını, gömleğini, takım
elbisesini, tıraş malzemelerini, kilimini, vb.gibi) Sağdıç ve diğer gençler, önce
damadın tıraşını meydanda yaparlar. Sağdıç ile üç - dört genç, damadı orta
yerdeki bir ehramın altına alırlar. Bu esnada damadın hısım ve akrabaları,
damat ile arkadaşlarının etrafını kuşatırlar. Bu sırada davul ve zurna çalınmaktadır.

Traştan sonra damat yumruklanarak giydirilir ve bir elinin içine
kına yakılır. Davul - zurna eşliğinde sağdıcının sırtına binen damat yine
yumruklanır ve kendisine para basılır. Bütün bunlar yarenlik, eğlence olsun
diye yapılır. (KŞ 4, 5, 6)

Bu hazırlıktan sonra damat, sağdıç ile birlikte oğlan evinde kalır. (Burada
görüldüğü gibi Gagavuzların düğün törenlerinde de sağdıcın büyük rolü
vardır. Düğünü onlar yürütürler. Güngör-Argunşah 1998; 106-107) Damadın
diğer arkadaşları ve düğün alayı kız evine giderler. Düğün boyunca kız
ve oğlan birbirlerini hiç görmezler. Sağdıç, geline bir demet çiçek hazırlar.
Gelinin bineceği at süslenir, üzerine oğlan çocuğu oturtulur. (Bu; gelinin
erkek çocuğu doğurabilmesi için yapılan bir adettir. Tatarlarda ise; gelin ve
damadın gerdek yatağında soyun devamı olsun, ocak tütsün diye erkek
çocuk yuvarlanır. Çetin 2005: 104 ) Kız evine giden oğlan tarafı da orada
yarenlik yapar. Oyunlar oynanır. Daha sonra davul - zurna eşliğinde, kapı
tutma gibi bir takım adetler uygulanarak gelin, babası, ağabeyi, annesi gibi
yakınları tarafından evinden çıkartılır. Kız evi ise, gelinin arkasından ağlar,
yas tutar. (KŞ 4, 5, 6)

Kazaklarda ise bu adet, gayet dramatik olur. Güveyin akrabaları, bir kız kaçırma
gösterisi yaparlar. Kızın arkadaşları buna karşı müdafaa vaziyeti alırlar.
Bunlar, ailenin ve kızın çevresinin, genç kızın ayrılmasına razı olmadıklarının
göstergesidir (Gökalp 1974: 310). Daha sonra kız tarafı, gelini önceden hazırlanmış ata bindirilmek üzere oğlan tarafına teslim eder. Gelin ata bindirilir.
Bu sırada oğlan evince atın üzerine oturtulmuş oğlan çocuğu, attan indirilir.
Gelinin allı gırabı yüzüne örtüldükten sonra, güreş, hayvan (at) koşusu gibi
yarışmaların düzenleneceği meydana gitmek üzere yola çıkılır. (KŞ 4)
Ata binme gibi geniş bir meydanda yapılan ve geline de izlettirilen yarışlar ve
diğer güreşler, tören şenlikleri ise bütün Türk toylarında görülen eğlencelerdir
(Ögel 1988: 267). Daha sonra en önde davul ve zurna, arkada ata binmiş
gelin, onun da arkasında düğün alayı oğlan evine gelirler. Oğlan evinde
kurbanlık hazırlanmıştır. Gelin, oğlan evinin kapısının önüne gelince başı
açılır. Bu sırada “indirmelik adeti” uygulanır. Bu adette oğlan tarafından bir
kişi çıkar, damadın babasına, annesine, yakınlarına “ne veriyorsunuz?” diye
sorar. Geline, (civcivli tavuk, at, para, altın, …vs. gibi) gönüllerinden kopan
her şey verilebilir. İstenilen şey verildikten sonra gelin, oğlan tarafından birkaç
kişinin yardımıyla attan indirilir. (KŞ 4, 5, 6)

Düğünü izleyemeyenler, “koltuğu bari izleyelim” deyip, oğlan evine gelirler.
Sağdıç ve damat, atın yanına yaklaşırlar. İndirilmiş olan gelini, sağdıcın
yanında duran damada teslim ederler. Gelinin bir eline de daha önceden
hazırlanmış olan çiçek verilir. Gelin damadın koluna girmez, damat gelinin
koluna girer. Çünkü damat gelini “koltuklayarak” onun tüm sorumluluğunu
yüklenmiş olur. (Tatarlar’da ise durum tam tersidir: Gelin, damadın koluna
girer. KŞ7 ) İşte bu âdete, ilk kez bir araya gelen “çiftin koltuğu” denir. Daha
sonra çiftler, kendileri için kesilmiş olan kurbanın üzerinden atlarlar ve kurban
kanı, her iki gencin de alınlarına uğurlu gelmesi için sürülür. Sonra da
yeni çift eve girer. (KŞ 4, 5, 6)

Genelde Anadolu’da atın üzerindeki gelin, attan inmemek için damada karşı
direnir. Bunun sebebi ise, kayınbabanın yeni çift için bağışta bulunmasını
sağlamaktır. Gelin, bu bağışı ya da armağanı duyduktan sonra damadın
kucağında attan iner. Damadın kolunda eve girerken oğlanın yengesi, gelinin
parmağını, bala, bazen de yağa batırır. Gelin de bu parmağını, bir kapı
girişine bir de tavana sürmeye çalışır. Bu adet de yağ ile bal gibi geçinmek
anlamına gelir. (KŞ 4)

Eve giren gelin ile damada, hazırlanmış olan şerbetten iki bardak ikram edilir.
Evin içindeki damadı, arkadaşları davul önünde oynatmak için dışarıya
çağırırlar. Gelin ise misafirlerle birlikte içerde kalır. (KŞ 4, 5, 6)

Herkes dağıldıktan sonra gece imam nikahı kıyılır. Nikahtan önce ise kız
tarafı bir takım şartlar öne sürerler. Bu şartlar ilerde ortaya çıkabilecek ayrılma
durumunda nafakayı belirlemektedir. (KŞ 4, 5, 6)

Gelin alma; Türklerde kızın bir göçü gibi görülmüştür. Anadolu’da kız evden
çıkmadan önce anasının diktiği bir “analık” giysisini giyer. Ancak bundan
sonra gelin başı yapılır ve gelin elbisesi giydirilirdi (Ögel 1988: 267). Bazen
“gelin göçü, gelin götürmesi” adıyla da anılan gelin alma, kızın baba evinden
koca evine götürülmesidir. (Ataman 1992; 43) Azerbaycan’da da “gelin
alma” söylenen türkülere yansımıştır. (Hacıyeva 1999: 84) “Gelin başlığı”,
Anadolu’da olduğu gibi (Muğla, Aydın, Denizli…) Orta Asya’da da (Kırgızistan, Kazakistan) kızlığın bitip kadınlığın başladığını gösteren bir semboldür.

B) Kırmızı Kuşak Bağlama Geleneği: Diğer bir pratik olan “gelin kuşağı” da
genç kızlıktan kadınlığa geçiş anlamını taşımaktadır. Bu kuşak bazı Türk
topluluklarında “Ergenlik al kaftan” ile yer değiştirebiliyordu. Bu bütün Türklerde bir güveyi elbisesi idi. Gelin alınırken, kızın babası şal ve kuşağını güveye sarar ve böylece, “babalık velayeti”ni güveye bırakmış olurdu. Güveyi
de düğünde bunları üzerinde taşırdı (Ögel 1988: 268).

“Bekâret ve gayret kemeri”, 4-5 cm. kalınlığında, al renkli bir şerittir. Al renk,
tarihimizin başlangıcından beri manevi ve milli renk olarak algılanmış, milli
bir sembol hüviyeti kazanmıştır. (Genç 1997: 13) Kırmızı kuşak, bekaret ve
gayret sembolü olarak gelin evden ayrılmadan önce babası ve ağabeyi tarafından “salavat ve tekbir” ile kızın beline bağlanır. Bağlanan kemer, ilk çocuk doğuncaya kadar saklanır. İlk çocuk oğlan olursa bir parçası çocuğun omzuna dikilir (Altunel 1995).

Orta Anadolu’da, gelin ata binmeden önce baba, kızının beline kırmızı kuşak
bağlar. Bu kuşağa, “gayret kuşağı” denir. Gayret kuşağının amacı; kızın
gelin gittiği evde tembellik yapmamasına, gayretli olmasına, işten kaçmamasına
yöneliktir (Altunel 1995).

Ancak kimilerine göre de kuşağın renginden dolayı, kuşağın gayret yanında
bakirelik simgesi de olabileceği vurgulanır. Kuşağın ucunda ise, çıkın edilmiş
bir miktar para veya altın “beşibirlik” vardır. Bu babanın, kızına verdiği son
harçlıktır.

Beytüşşebap’ta (Hakkari), gelin kuşağının üç kere çözülüp bağlanması halinde,
yeni gelinin eve uğur ve bereket getireceğine inanılır. Bu yörede söz
konusu uygulamaya, “kuşak çözme” adı verilir (Esin 1979: 55-71). Bekareti
temsil eden al ipek kuşak, baba tarafından gelinin beline, salavat ve tekbir
getirilerek iki defa sarılıp bırakılır ve üçüncü de bağlanır. Bu arada, gelinin
babası tarafından kundurası içine bir miktar para konulur. Bu kırmızı kuşağı,
gelin, ilk çocuğu doğuncaya kadar saklar. Şayet ilk çocuğu oğlan olursa,
kuşağın bir parçasını oğlunun bir parçasını da kendi başına bağlar (Soylu
1987).

Türkmenistan’daki gerdek gecesinde, güveyi milli kıyafetini giymiş olarak
arkadaşları tarafından gelinin bulunduğu odaya getirilmesi ile başlar. Gelin
daha önce kız arkadaşları tarafından, odanın ortasına getirilmiştir. Eğer güveyi
kızın duvağını açmak istemezse, arkadaşları: “Aç bakalım belki kördür,
belki de başkasıdır” diye ısrar ederler. Güveyi, gelinin duvağını açar. Gelin
de güveyinin kalpağını çıkarıp bir kenara koyar. Daha sonra da gelin, belinden
kuşağı çözüp güveye verir. Güveyi, odada bulunan kızları ve delikanlıları
bu kuşakla vurarak dışarı çıkartır (Çelik 1995).

Azerbaycan’da ise, bey (damat), toy gecesi gerdeğe girer. Gerdek gecesi
kızın belindeki kırmızı kuşağı çözmek için damat geline bir takım hediyeler
verir. Damat gerdek sabahı evden kaçar. Bir iki gün arkadaşları veya akrabaları
yanında kalır. Bunu anne ve babasına bir saygı ifadesi olarak yapar.
Gelin de bu süre içinde evdeki hiçbir erkeğe yüzünü göstermez. Eğer gelin
bakire ise bu gerdek gecesi silah atılarak belirtilir. Eğer gelin bakire değilse,
bazı bölgelerde ya saçları sıfır numara traş edilir veya bir eşeğin sırtına ters
bindirilerek baba evine gönderilir (Çelik 1995). “Türklerde bekaret anlayışı,
islâmiyetten önce de vardı. Türkler, bakire kız için ‘kopaglıg kız’ derlerdi”
(Önal 1998: 102).

Bu uygulamalarda, Kamların ve Alplerin kuşandığı kuşak ile kutsiyet ifade
eden üç sayısının, kuşak çözmeye bağlı bir biçimde birleştiğini; kam aksesuarı
olan kuşağın, islâmiyet sonrasındaki tarikatlar ile ahilik teşkilatında da
‘kuşak kuşanma pratikleri’nde yaşamaya devam ettiğini görüyoruz (Esin
1979; 55-71).

Sonuç
Gelin indirme, gelin göçürme, kelin tüşıruv, gelin alma, Türklerde düğünün
son gününü teşkil edip bütün Türk illerinde, törenler eşliğinde gerçekleştirilmektedir.

Bu makalenin konusunu teşkil eden ve Türk kültürünün önemli
uygulamalarından olan koltuklama, koltuğa alma ile kırmızı kuşak bağlama
geleneği, babanın velâyetinin, damada geçişini simgelemektedir. Çünkü
bütün Türk illerinde babalık velayeti sonsuza kadar sürmez. Babalık görevle
rinden biri de evlatlarının mürüvvetini sağlamak, onları hayırlısı ile gelin ya
da damat etmek, yuvadan uçurup, kendi yuvalarını kurmalarına yardımcı
olmaktır.

Yukarıda değinmiş olduğumuz âdetlerdeki uygulanış şekilleri ya da araçlar,
günümüzde yapılan modern anlamda evliliklerde, bir takım değişikliklere
uğratılmıştır. Örneğin, at artık yerini gelin arabasına bırakmıştır. “Koltuğa
alma” şekli de modern bir hale sokularak, balo salonlarında uygulanan bir
adet olmuş, hatta çiftlerin mumlar altından geçerek yaptığı bir âdet haline
gelmiştir. Gelin ve damadın üzerine saçılanlar da artık çerez, şeker…vb. değil,
madeni ya da kağıt paralar ile parlak kağıttan pullardır. Buna karşılık
kırmızı kuşak geleneği değişime uğramadan halen sürdürülmektedir. Tabiatın
dört ana varlığı olan ateş, su, hava ve topraktan (Anasır-ı Erbaa) sadece biri
olan ateş, ilk çağlardan beri, insanları hastalıklardan ve kötü ruhlardan arındıran
koruyucu bir külttür. Bazı kaynaklara göre; gelinin başı üzerinde mum
yakılması da bu ateş kültü ile yakından ilişkilendirilir. (Ataman 1992: 43)
(İnan 1954: 66-166) Yine bugün gelinin başına parlak pullar veya şeker
atmayla modernize olan “saçı geleneği”nin kökleri Türklerin en eski inanmalarından olan Şamanizme kadar gider. (İnan 1954: 167) Bizce; çağımızdaki değişimlerin bir sebebi de kitle iletişim araçları vasıtasıyla sosyo- kültürel farklılıkların milletler arasında kolaylıkla yayılabilmesidir. Hatta günlerce süren eski düğünlerin yerini sade bir nikaha bırakması, özenti, maddi olanaksızlıklar ya da geleneğin reddi olarak açıklanabilir. Bunun yanında Türk
kültürünün yayıldığı her coğrafyada ortak uygulamaları da görmekteyiz. Türk
Dünyasındaki düğünlerde kırmızı kuşak bağlama geleneği zevkle ve istekle
yaşatılmaktadır. Bu da ortak geçmişin, ortak kültürün, kültüre sahip çıkmanın
bir sonucudur.

Anadolu ve diğer Türk toplulukları arasındaki ortak kültür değerleri içerisinde,
düğünlerimizde rastladığımız bazı pratikler, halen önemini korumaktadır.
Bu pratiklerin incelenmesi, edebiyatta kullanılması ve ortak duygunun canlandırılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Gelini koltuklama ve
kırmızı kuşak bağlama geleneği, Türklerin aile yapısını ortaya çıkaran ve
onların ana yurtlarından Anadolu’ya taşıdıkları önemli bir gelenektir.
Gelenekler, yeni nesillerce yaşatılmazsa kültürel kimliğimiz kaybolmaya yüz tutar.

Kaynakça
Akmataliyev, Abdıldacan (2001), Kırgız Folklorü ve Tarihi Kahramanlar, AKM Baş.,
Yay., 270/ Ankara.

Altunel, İbrahim (1995), “Gevrekli Seydişehir/ Konya, kasabası düğünlerinde, gelin
güvey motifi üzerine bazı tespitler”, 3. Milletler Arası Türk Halk Edebiyatı ve
Folkloru Kongresi Bildirileri, T.C. Kültür Bakanlığı yay., 9-11 Ekim 1995.

Ataman, Sadi Yaver (1992), Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Ritleri, Kültür Bak.,
TTK Basımevi, Ankara.

Balaban, Ali Rıza (1982), Sosyal Antropolojik Yaklaşımla Akrabalık Evlilik ve Türleri,
İzmir.

Cebeci, Dilaver (2001), Türk’e Dair, Ötüken yay., İstanbul.

Çelik, Ali (1995), “Trabzon, Bakü, Merv, Kızılorda, Sambıl, Gagauz düğünlerinde
gelin-güvey motifi”, 3. Milletler Arası Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru Kongresi
Bildirileri, T.C. Kültür Bakanlığı yay., 9-11 Ekim 1995.

Çetin, Çulpan Zaripova (2005), “Tatar Türklerinin Düğün Geleneği”, Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, Sayı 3, Eylül-2005.

Esin, Emel (1979), Türk Kozmolojisi, Edebiyat Fak. Matb., İstanbul.

Ergin, Muharrem (1994), Dede Korkut Kitabı, (1) Türk Dil Kurumu Yayınları,
3.baskı, Ankara.

Genç, Reşat (1997), Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler ve Sarı, Kırmızı,
Yeşil, AKM yay., Ankara –Nevruz.

Güngör, Harun; Argunsah, Mustafa (1998), Gagauzlar, Ötüken Yay., Kültür Serisi /
144, İstanbul.

Hacıyeva, Maarife (1999), Azerbaycan Folklor ve Etnografya Sözlüğü, T.C. Kültür
Bak., Yay., Ankara.

Kafesoğlu, İbrahim (1995), Türk Milli Kültürü, Boğaziçi yay., 13. bs., İstanbul.
İnan, Abdulkadir (1954), Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Basımevi, Ankara.

Kazakı Neke; Almatı, 1994. 

Türkmen, Fikret; İnayet, Alimcan (1995), Manas Destanı -Türkçeye aktarma- AKM
yay., Ankara.

Önal, Mehmet Naci (1998), Romanya Dobruca Türkleri ve Mukayeseleriyle Doğum
Evlenme ve Ölüm Adetleri, KB yay., Ankara.

Ögel, Bahaeddin (1998), Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul.

Soylu, Sıtkı (1987), “Taşeli Yöresi Düğün Gelenekleri ve Geleneği Oluşturan Sebepler”,3. Milletler Arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, 4. Cilt, Kültür Bak.,
Yay., Ankara.

Tağı, Gülşah (2004), Kazak Türklerinde Evlenme Geleneği, Basılmamış lisans tezi,
Muğla Üni., Çağdaş Türk Lehçeleri Böl., Haziran- 2004.

Ziya, Gökalp (1974), Türk Medeniyeti Tarihi, Türk Kültürü Yayını, Cilt-2, İstanbul

Kaynak Şahıslar

KŞ1-RAHMANKULOV, Feyzula. Doğum yılı: 1964, Meslek: Edebiyat Doktoru,
(TÜRKMENİSTAN – Aşgabat.)

KŞ2-İSMAİLOVA, Elmira. Doğum yılı: 1971, Meslek: Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Son Sınıf Öğrencisi, Bornova –İZMİR. (KAZAKİSTAN – AHISKA Türkü.)

KŞ3-DIYKANBAEVA, Aygerim. Doğum yılı: 1977, Meslek: Yüksek lisans öğrencisi,
Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Bornova – İZMİR. (KIRGIZİSTAN – Bişkek)

KŞ4-TURHAN, Neriman. Doğum yılı: 1949, Meslek: Ev Han., Atakent Mah., Dalaman/ Muğla.

KŞ5-TURGUT, Nüziye. Doğum yılı: 1938, Meslek: Ev Han., Taşlıburun Mah., Dalaman/Muğla.

KŞ6-DÜNDAR, Meryem. Doğum yılı: 1908, Meslek: Ev Han., Dalaman Merkez/
Muğla. Not: Bu derleme 1998 yılında yapılmıştır.

KŞ7-ÇETİN, Çulpan Zaripova. Doğum yılı: 1969, Meslek: Muğla Üni., Çağdaş Türk
Lehçeleri Bölümü, Öğretim Üyesi, Ünvanı: Yrd.Doç.Dr (Tatar Halk Edebiyatı
ve Tatar Edebiyat Tarihi).
 
  Bugün 5 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol